BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Önce para sonra duygu... Ya da sırf para

 

Karagözyan Derneği’ni yıkmışlar! Yıkılacaktı zaten. Uğruna şantiyeye dönüştüğü o dev gökdelenin yanında kulübe gibiydi zaten. Kaç yıldır ‘ha bu gün, ha yarın’ diye bekliyorduk zaten. Ama böyle birden bire, “Bir de baktık ki yerle bir!” olmasını beklemiyorduk. Kim? Biz; Berberyan Kumpanyası. Sahnesine adını veren Arto Berberyan’ın mirasçıları. Ben; o mekâna binlerce anısını gömen ve yıllardır, tırnaklarıyla kazıyarak bir şeyler üretmeye çalışan kadın. Duygularıın bu derece hiçe sayılmasını beklemiyordum.

2008’de, daha malum bina yeraltından gökyüzüne fışkırmadan yani temel kazılırken, çok şey paylaştığımız eski varbed Azad’la, eski halinden eser kalmamış derneğe girmiştim. Köşe bucak dolaşıp geçmişimizden izler aramıştım. Ve de hiçbir şey bulamamıştım. Sahnenin olduğu yere girene kadar... Sonrasında yazdığım yazının o kısmını aynen alıyorum:

“Ve sahne. Aman Tanrım. Orada zaman durmuş. Önünde bir duvar var. Sahne kapalı bir oda gibi... Aynen duruyor.

Dekor... Yerde bir düğme, kutular, beyaz bank, panoda Yenovk’un yazısı, bir dolu ıvır zıvır. Bir dolu anı. Yine sesler, fısıltılar, nefesler, heyecanlar, şarkılar, kokular, toz, toz... Sahne tozu...

Her şey oraya sıkışmış sanki. Her an patlayacak gibi. Ağlıyorum...

Çıkışta inşaata bakıyorum. Ne kadar derin. İnsanlar minicik. Düşünüyorum: “Duygu mu, para mı?” Kim bilir kaç kişi ekmek yiyecek oradan... Bence bizim bina yıkılırken tüm ekip orada olmalıyız. Onca sıkışmış duygu öyle başıboş havaya savrulamaz. Paylaşılmalı.”

O günden sonra, o işle ilgisi olan, karşılaştığım her yetkiliye, yıkılacağı gün bana mutlaka haber vermeleri için adeta yalvardım. Anılarımız yok olurken orada olmalıydık. Kimse gelmese ben tek başıma giderdim. Bir gün “Yarın yıkılıyor” diye haber ettiler. Koştuk gittik, üç-beş kişi, o dört duvarla çevrili sahnede kalan son eşyaları topladık. “Ertesi gün” dedikleri, birkaç yıl daha sürdü. Ben yılmadan, her karşılaştığım yetkiliye hatırlatmayı sürdürdüm. Ne yazık; kimse etkilenmedi. Kimse aldırmadı. Belki de önemine inanmadılar. Belki de onların artık duyguyla işleri kalmamıştır, malum sorunun cevabı “Önce para”dır.

Çok mu zordu yahu? Hepiniz de beni tanıyorsunuz. Bir telefon çok mu zordu? Evim üç adım mesafede. İki elim kanda olsa koşup gelirdim. Çok çok üzgünüm inanın. Cumartesi günü sevgili Cüneyt Türel için düzenlenen anma etkinliği için Burgaz’a giderken –zaten üzgün– vapurda, o sahneyi defalarca paylaştığımız, Murat Cavak’a rastladım. Yıkım haberini ondan aldım. Yazık ki o da olup bittikten sonra duymuş. Fırlamış, bizim için kutsal sayılan o enkazı görmeye gitmiş. Hatta fotoğraflar çekmiş. Ah, ne kadar sızladı içim. Bir resim vardı; her şey yıkılmış, sahnenin sol ağzı tek başına dimdik ayakta, üzerinde ‘Arto Berberyan Sahnesi’ yazan sarı plaka, adeta anı yüklü enkaza bekçilik yapmakta. Dayanamamış, söküp almış. İyi yapmış. Yoksa o da yitip gidecekti. Balyozu vurmadan önce hiç olmazsa onu oradan söküp bana ulaştıramaz mıydınız? Dedim ama, acaba varlığının farkında mıydınız?

Burada kesiyorum, yarın Azad’la gidip bakacağız. Devamını sonra yazacağım.

Evet... Gittim, gördüm, ağladım, fotoğraflar çektim, eve geldim, devam ediyorum. Ne desem, nasıl anlatsam? Anlatabilsem de, anlayacağınıza nasıl inansam? O enkazın etrafında ne çok şaşkın ruh var, biliyor musunuz? Ve boşluğa savrulmuş ne çok anı... Sevgili Azad (bir o anladı bizi) oradan buradan fırlamış demirlere, paslı çivilere bakıp “Aman dikkat!” dedikçe, adeta cambazlıkla daldım aralarına. Kardeşim geldi sonra, muzahrafatın arasında oyun artıkları aradık. Son oyunda Serda’nın kanto ayakkabılarını boyadığımız fuşya rengi boyayı ve bir kavanoz da altın rengi pırıltı bulduk. Aldık tabii, ne olacaksa...

Sonra eskiden sahne olan o yığının ortasında durup son bir selam verdim, orada olduklarından emin olduğum Arto’nun, Garo’nun, Beco’nun, Murat’ın, Hermon’un, Öjen’in, Arsen’in, hatta Zaven Alakuş’un, Baruyr Bostan’ın ve Mardiros Toran’ın ruhlarına. Yine cambazlıkla indim ve oradaki bankta oturduk biraz. Aylin’cimle erken gidip orada birer kahve içtiğimiz günlerdeki gibi.

Sonra arkama bakmadan çıktım. Ve hayatımın bir dönemini kapadım. Bunları okuyunca “Peki yıkılırken orada olsan ne olacaktı yani?” diyecekler. Bu, bir sevileni ölüm ânında yalnız bırakmamak gibi bir şeydi benim için. Hepsi bu. Yoksa, “Keşke yıkılmasaydı” dediğim yok. Ve “Daha ne istiyorsunuz? Ne güzel yeni bina yapacağız” da diyecekler. Ama anlamayana maneviyatı anlatmak zor. İşte tam da bu nedenden onlar para getiren, bense adına ‘sanat’ dedikleri, genelde karın doyurmayan işlerle uğraşıyoruz.

Son söz: Beni bu kadar küstürmeyecektiniz!