OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Yavaş ve rahat

Geçen hafta dediğim gibi, ‘büyük’ Amerika Birleşik Devletleri’nin küçük bir şehrindeyim (bizim oraya göre kasaba sayılır ya, neyse). Derler ya, “Yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat” diye, ben de size biraz gördüklerimden bahsedeyim. Bu yazıyı uzaklardan gönderilmiş bir mektup olarak farzedin. Yalnız, söylediklerimin bütün Amerika için geçerli olamayacağını bir kere daha hatırlatırım. Amerika’nın büyük şehirlerinde burada anlatılanlara hiç uymayan durumlar görülebilir tabii.

Farklı bir kültürün içinde bulunmak, ilk anlarda doğada keşif yapmak gibi bir şey; hem ilginç hem de işlerin zorlaşma ihtimali yüzünden hafif gergin. Geldiğin yerle bulunduğun yer arasındaki farklar da ister istemez insanın dikkatini çekiyor. İnsanların günlük davranışlarındaki farklılıklar ilk göze çarpanlardan. Bunlardan biri, insanların hareketlerindeki yavaşlık. Tabii, İstanbul’dan gelmiş olan bana göre – yoksa onlar eminim kendi hareketlerini hiç yavaş bulmuyordur. Örneğin, adam durakta otobüse binmek için bekliyor, otobüs durağa yanaşıp tamamen durana kadar yerinden kımıldamıyor; o kadar ki, binecek mi binmeyecek mi anlamıyorsun. Öyle ya, niye acele etsin, itiş kakış yapması gereken kimse yok ki. Çoğunlukla, otobüs bekleyen bir-iki kişi daha var, o kadar. Aynı şekilde, ineceği durağa geldiğinde de otobüs tamamen durana kadar oturduğu yerden kalkmıyor. Otobüs duruyor, kapılarını açıyor, insanlar ancak ondan sonra yavaş yavaş yerinden doğruluyor, salına salına iniyor. Ben benzer bir durumda İstanbul’da olabilecekleri düşünüp “Şimdi biri bir şey diyecek, şoför kalayı basacak” diye beklerken, şoför adamın inerken çaktığı sesli selama karşılık veriyor. Kimsede ne bir homurdanma, ne bir söylenme, hayret! Yavaşlık bununla sınırlı değil tabii. Karşıdan karşıya geçmeler bir tören alayı mübarek. Bir grup yaya atmış kendini caddeye, usul usul yürüyor, arabalar da gerekirse birkaç dakika ‘yaya korteji’nin geçişini bekliyor. Şoförlerden biri kafasını camdan çıkarıp, “Babanın tarlasında mı yürüyorsun!” diye bağıracağı yerde, kornaya bile basmıyor! Bunlar çok acayip insanlar canım...

Gerçi burada, şehir merkezi hariç, yürüyenler biraz tuhaf karşılanıyor. Her şey arabalı insanlara göre düşünüldüğü için, yolda yürüyene kafalarını çevirip bakıyorlar, “Acaba ne oldu, bu adam niye yürüyor?”, diye. Evde aniden ekmek bitse yandın, yirmi dakikalık yolu yürümen lazım, yirmi dakika da dönmesi var. Burada yürümek bir yere gitmek için değil, yürümüş olmak için, gerçekten de spor olsun diye, eşofmanla yapılıyor. Halbuki normal zamanda da iki adım yürüseler spor yapmış olacaklar ama dedim ya, tuhaf insanlar. Aslında bunun altında yatan sebep, her şeyi kolaylığa göre, mümkün olduğunca az fiziksel enerji sarfederek yapmak üzerine kurmuş olmaları. Tabii, bedensel enerjiden tasarruf edebilmek için elektrik, gaz gibi diğer enerji biçimlerini daha fazla tüketiyorlar. Her işin elektrikle ya da gazla çalışan bir aletini yapmışlar örneğin. Yapraklar mı toplanacak, motorlu yaprak üfürme aleti var; karlar mı kürenecek, elektrikli kar küreme aleti var. Yaprakları süpürgeyle toplamak, karı kürekle küremek pek yok.

Yavaşlığın bir devamı olarak da rahatlar, gerginlik yok. Bir iş için devlet dairesine gitmek gerekti. Numara alıp sıranı bekliyorsun. Devlet dairelerinin şanından olsa gerek, burada da bir buçuk saate varan uzun bekleme süreleri olabiliyor. Buna rağmen kimsede bir gerginlik yok, herkes sıra sıra dizilen sandalyelere oturmuş, uslu uslu sırasının gelmesini bekliyor. Hatta topluca işi şakaya, eğlenceye vurdukları da oluyor. Bir saattir o ânı bekleyen siyah kadın, numarası yanınca yalancı bir sevinç çığlığı atıp dans ederek bankoya ilerlerken oturanlar da alkış ve ıslıklarla destek veriyor: “Go baby! Don’t miss it.” Biliyorum, kurgulanmış bir film sahnesi gibi geliyor ama değil, ben kendim gördüm. Devlet dairesinde aynı durumda Türkiye’de ne olacağını bir düşünsenize, ya bekleyenler sıra kavgasına tutuşur ya da memurla vatandaş birbirine girer.

Siz bütün bunlardan ne çıkardınız bilmem ama ben yavaşlık ve rahatlığın bünyeye faydalı olduğunu çıkardım. Tabii, yavaş ve rahat olabilmen için yaşadığın ortamın rahat ve yavaş olması lazım. Kolaysa İstanbul’da rahat ve yavaş ol bakalım!