YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

1071 nesli ve Mustafa Kemal’in yurttaşları

Yine bereketli bir hafta geçirdik, Türkiye’deki iki büyük kampın topluma bakış tasarımları açısından. Öncelikle: Erdoğan’ın 1071 vizyonu tekrar sahneye çıktı. Üstelik somut, pratik bir yol haritası kazandı – evlenmek suretiyle. “Çoğalın” dedi gençlere Erdoğan:

“Tarihimizin, o Anadolu yürüyüşünün başladığı andan bugüne ve 2071’e yani 1000. yıldönümüne... Allah’ın izniyle o zaman Türkiye işte Selçuklu’daki, Osmanlı’daki o ulaştığı dereceye yeniden ulaşacak. Gelişmiş ülkeler küresel finans krizini ağır şekilde yaşarken biz Türkiye olarak istikrarlı şekilde yürümeye devam ediyoruz. Bizler 2071’i göremeyebiliriz. Gençler, sizlere, özellikle de bekâr olanlarınıza sesleniyorum. Evleneceksiniz, inşallah 1071’in neslini siz yetiştireceksiniz.”

1071 vizyonu ilk ortaya atıldığında bu sütunlarda şöyle demiştim: “Bu stratejide Anadolu’nun diğer kadim halklarına ve onların kültürlerine, dinlerine yer yoktur. Açık konuşalım, Ermenilere yer yoktur. (...) Sadece Kürt sorunu bahsinde değil, 2015’e doğru da AKP’nin vizyonu, fetih/işgal atmosferini canlı tutmak, kadim halkların haklarına, mirasına, kültürüne yer vermemek, onları bu toprakların eşit birer vatandaşı değil, bir sığıntı saymaktır.”

Bu mantık aynen, üstelik altı kalınca çizilerek, “Türkiye Selçuklu’daki Osmanlı’daki dereceye yeniden ulaşacak” denerek devam ediyor. Çevresine, komşusuna böyle bakan, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın egemen, hâkim pozisyonundan bakan bir nesil yetiştirme amacıyla devam ediyor. Böyle yetişecek bir neslin Alevilerle, Kürtlerle, Ermenilerle, Süryanilerle barış, kardeşlik ve en önemlisi ‘eşitlik’ içinde yaşamasını bekleyebilir miyiz? AKP’nin gelecek vizyonu buysa, bugünkü vizyonu nedir dersiniz? Bu sözler AKP’nin bugüne dair vizyonunu da açık seçik ortaya koymuyor mu? “Bunlar popülist nutuklardır, ciddiye almamak gerekir” diyenler çıkacaktır muhtemelen. Pek öyle değil. Bu, Türkiye’deki Türk/Sünni çoğunluğun, yakın tarihte azınlıklara, diğer etnik mezhepsel gruplara yapılanlarla yüzleşeceği bir bakış açısı değildir. Tam tersine, yapılanları, çoğunluğun ezici gücüyle, gür sesiyle boğmak, unutturmak isteyen, önemsemeyen; yapılanlarla yüzleşmek bir yana, bunları meşrulaştıran, hak gören bir bakış açısıdır.

İlginç bir çıkış da CHP’den geldi. Birçok toplumsal gösteride, CHP’liler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atmakta. Hayli militer, Kemalizmin ve Türkiye’nin klasik baskıcı/boğucu resmi görüşünün yeniden üretilmesini doğuran bir slogandı bu. Bu durumdan CHP yönetimi bile rahatsız olmuş olacak ki, parti içinden gelen bir öneri dikkate alındı ve bundan sonra gösterilerde “Mustafa Kemal’in yurttaşlarıyız” denmesi gündeme geldi. Hatta bunun için atkılar filan üretilmiş. CHP, aklınca, böylece sivilleşmiş oluyor. Bu da geçmişte yaşamanın pozitivist versiyonu oluyor. Şöyle ki: AKP’nin temsil ettiği dindar muhafazakâr cephe nasıl, Selçuklu, Osmanlı altın çağıyla –ki sahte, mamul bir altın çağdır bu, her ‘altın çağ’ gibi– hayali bir tasarım sunuyor, işin aslı orada yaşıyorsa, kendini pozitivizmin-modernizmin-ilericiliğin temsilcisi olarak gören/sunan CHP de aynı şekilde, bir başka altın çağa gönderme yapıyor, o tasarımla tabanını diri tutmayı düşünüyor ve yine işin aslı orada yaşıyor.

Bunları yapanlar tek tek bireyler olsa, psikolojik olarak bir analiz yapabilirdik. Zira geçmişte yaşamak, bugünle başa çıkamamanın, sorunları reddetmenin ya da o gücü kendinde bulamamanın sonuçlarındandır. Yine de benzer bir tahlil yapabiliriz. Gerek dindar muhafazakâr, gerek Kemalist/modernleşmeci cephe, bugünle başa çıkamadığını, gücünün, donanımının bugüne yetmediğini ilan ediyor böylece. Daha önemlisi, bugünü doğru bir biçimde anlayamadığını, anlamak istemediğini, bugün başa çıkamadığı sorunların geçmişte kendi yaptığı hatalardan kaynaklandığını göremiyor.

Kürt sorununu anla(ya)mayan, 1915’le, devletin Güneydoğu’da yaptıklarıyla yüzleşemeyen, yüzleşmeyi reddeden bir psikoloji yönetiyor Türkiye’yi, her iki cephede de. Oysa, iki cepheden de, en azından bugünlerde beklediğimiz şu: Roboski’de ne oldu? Hrant davası ne olacak? İki davada da sistemi koruyan, kollayan zihniyet nedir? Alpaslan ile Mustafa Kemal mi gelip çözecek bunları? İyi ama, sorunun çözümü gibi gördükleriniz, sorunun kaynağı olmasın sakın?