OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Milliyetten ulusa yol gider mi? (2)

Geçen yazıda, Birgül Ayman Güler’in sözleri üzerinden, Türkiye nüfusunun tümüne ‘Türk’ denip denemeyeceği sorusunun objektif boyutu üzerinde durmuştuk. Vardığımız sonuç, ironik bir biçimde şuydu: Bu topluluğa ‘Türk ulusu’ diyebilmemiz için içinde hiç Türk olmaması lazım. Nitekim, Güler de daha sonra, ‘Türk’ diye bir etnik grup olmadığını, ‘Kürt’ kavramının karşılığının ‘Türk’ değil ‘Türkmen’ olduğunu söylemiş. Hatalı (hatta belki de samimiyetsiz) olabilir ama kendi içinde tutarlı bir bakış.

Objektif olgular yani şimdiye kadar üzerinde durduğumuz noktalar ne olursa olsun, insanların kendilerini ve içinde bulundukları durumu nasıl algıladıkları, nasıl tarif ettikleri, yani kimliğin subjektif boyutu genellikle daha belirleyicidir. Tabii, algılar sadece insanın kendi zihninin ürünü değildir, dışarıdan şekillendirilebilir. Nitekim, 19. yüzyıl sonlarından başlayarak devletin ve milliyetçi entelektüellerin ‘başarılı’ çalışmasıyla Türkiye’de belli bir Türk kimliği yaratılmış ve kitlelere benimsetilmiştir. Bu kitle, kendini o kitle içinde tanımlamayanlar tarafından da ‘Türk’ olarak algılanıyor. Dolayısıyla, Güler gibi düşünenler ne derse desin, hem kendine Türk diyenler hem de demeyenler, ‘Türk’ü ülkedeki sadece belli bir grubun ismi olarak algılıyorlar. Eğer Türkiye nüfusunun tamamını tanımlayan, ortak bir tabir bulmak istiyorsak da, esas olan bu algılardır. Aynı durum, Anayasa’nın 66. maddesindeki, “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türk’tür” şeklindeki vatandaşlık tanımında da söz konusudur. Birçok kişi, buradaki ‘Türk’ tabirinin etnik bir gruba gönderme olmadığını, herkesi kapsadığını senelerdir iddia eder durur. İsterseniz bunu her gün tekrar edin, insanlar tarafından böyle algılanmıyorsa hiçbir kıymeti yoktur. İnsanlar kendilerini vatandaşlık tanımının içinde görmüyorlarsa, o tanım da işe yaramaz hale gelir. Bir ülkenin toplumuna bir isim vermek, herkesi kapsayan bir vatandaşlık tanımı yapmak istiyorsanız, herkesin mümkün olduğu kadar benimseyeceği bir tabir bulmanız, mümkün olan en geniş çatıyı kurmanız gerekir. Çok büyük bir kitle “Ben Türk değilim” diyorsa, onları bu çatı altına sokmaya çalışmak, beyhude olduğu gibi, zararlıdır da. Bunu bizim (yani ‘Türkiyeliler’) kadar yaşayarak öğrenmiş çok az topluluk vardır herhalde. Ama gelin görün ki, yaşadıklarımızı hâlâ inkâr ediyoruz.  

Öte yandan, devletin ve Güler gibilerinin, bir yandan “ ‘Türk’ lafı etnik değildir” deyip, öbür yandan uluslararası alanda ‘Türk soydaşlar’ söylemi izlemesi veya Orta Asya devletleriyle ‘Türk birliği’ politikası gütmesi gibi, kör gözüm parmağına çelişkiler de var. Adama sormazlar mı, madem ‘Türk’, bu ülke insanlarının iradi ve siyasi tercihleriyle ortaya çıkan, oluşan bir kategori, o zaman nasıl ülke dışında da ‘Türkler’ var? Eğer Türklük bu ülkenin birliğinin ismiyse, nasıl aynı anda uluslararası bir soydaşlığın da ismi oluyor? ‘Bir millet, iki devlet’ denen şey nasıl oluyor o halde? Aynı şeyi bir karşılaştırmayla anlatacak olursak; bugün Amerikalı olmanın tek yolu ABD vatandaşı olmaktır. Peki, bugün dünyada Türk olmanın tek yolu TC vatandaşı olmak mıdır? TC vatandaşı olmadan Türk olmak mümkün değil midir? Türkiye’yi öteden beri yönetenlerin bu sorular temelinde takındıkları tutum, ‘Türk’ tabirinin etnik yorumu üzerine bina edildiği için, devletin çelişkili politikalarını gören insanlar da, “Türk etnik değildir” sözüne tabii ki inanmıyorlar.

Ayrıca, hâlihazırdaki vatandaş tanımını yukarıdaki argümanla savunanlara şu da sorulabilir: Madem ‘Türk’ etnik anlamda nötr bir kavram, vatandaşlık çatısı olarak onun kullanılmasında neden bu kadar ısrarcısınız? Nötr ve herkesi kapsayan başka bir tabir bulunumaz mı? Tabii bulunabilir ama o ‘çatı’da ısrarcı olanlar dahil herkes biliyor ki, ‘Türk’ tabiri, bir kimliğin ve kültürün diğerleri üzerindeki mutlak hâkimiyetine işaret ediyor ve o kategoriden vazgeçmek bu hâkimiyetten vazgeçmek, en azından taviz vermek manasına geleceği içindir ki, bu kadar direnç gösteriliyor. Ama bu hâkimiyet, demokratik değil, ahlaki değil, rızaya ve eşitliğe dayanmıyor; bütün sorunlarımızın temelinde de bu yatıyor.