KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Emanet kilise

“Eşyanın da hatırı var” diye boşuna dememişler. Mesela sahaflara gidin, kim bilir kimlerin kütüphanesinden oralara düşmüş kitaplar bulursunuz. İçlerinden özel mektuplar, ilaç reçeteleri, siyah-beyaz fotoğraflar çıkar. Ya da antikacılar çarşısını gezin. Bardağından yaka iğnesine, şamdanından sandığına, sahiplenilmemiş hayatlar karşılar sizi.

Eşyaları dört bir yana saçılmış evler mutlaka şehrin bir yerlerinde birer hortlak harabe olarak durmaktadır. Bir yandan, altına park etmiş aracın üzerine yıkılmasın diye böğrüne koca bir kalas saplanmıştır, diğer yandan demir işlemeli bahçe kapısı gıcırdamaya devam eder boşlukta. Küskün evler, kendi rızaları dışında çıkmak zorunda kaldıkları sürgün yolcuların mülküdür. Bir vakit en yerleşik olmuş olanların. Kiminin eprimiş tülleri, güve yemiş perdeleri bile durur. Sonra kimi sokak ararlarında okullar görürsünüz. En son bayramdan kalma, rengi atmış, tahta saplı küçük kâğıt bayraklar camlarında kalmıştır da, içerden hiç çocuk sesi gelmez. Orda burada kiliseler görürsünüz. Kimi depodur artık, kimi ahır ya da park yeri. Orada ibadet edenler buhar olduğunda, toprak çatıları yıkılıp zemini ot bürüdüğünde, geriye yalnız güvercinler kalır. Her yörede, illa güvercinler gelir, bu tuhaf yapıların üzerinde dönenir durur.

Burası matrak memleket. Kiliselerin cemaati kalmamıştır ama bazılarının tapulu sahibi vardır. Son örnek, Habertürk Genel Yayın Yönetmeni, gazeteci Fatih Altaylı. Van’ın Yukarı Bakraçlı köyünde bulunan ve ‘Yedi Kilise’ olarak anılan kilise ile o kilisenin bulunduğu köyün sahibi, dedesiymiş meğer. Rivayete göre, kiliseyi restore ettirmek isteyen Van İl Kültür Müdürlüğü, çalışmaların başlayabilmesi için Van Tapu Kadastro Müdürlüğü’ne başvurmuş ve Hüsamettin Altaylı’nın vârislerine ulaşamamış.

Elbette Fatih Altaylı orada duruyor, ulaşmak isteyen herkesin bulabileceği şekilde. Ve şu açıklamayı yapıyor: “Kilisenin tapusu bende. Dedeme aitti orası. 40-50 yıl önce dedem oradaki kiliseleri tamir ettirmişti yıkılmasın diye. Bir daha kimse ellemedi, öylece kaldı. Beni ne kimse aradı ne de bir şey sordu. Ne gerekiyorsa izin veririz. Satın diyorlarsa satarız. Yani ne istiyorlarsa onu yaparız. Kilise orda duruyor, ben ne yapacağım kiliseyi? Kiliseyi tamir edecek param da yok benim. Yapsınlar, dursun orada.”

“Ben ne yapacağım kiliseyi?” sorusunun kendisi acıyla gülümsetiyor insanı. Öyle ya, kiliseyi ne yapsın insan? Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Hem bu tapulu kiliseler bir değil, iki değil. Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinde, Demir ailesinin tapulu arazisi üzerinde bulunan tarihi Licese Kilisesi, aile ile devlet arasında anlaşmazlık konusu. Devlet takas yoluyla almak istiyor, aile ise maddi bedeli üzerinden satmak. Trabzon’da 1424’te inşa edilmiş, harabe durumdaki Kaymaklı Ermeni Kilisesi de Haşim Kantekin’e ait. O da “Kiliseyi elimden geldiği kadar korudum, korumasam yıkılmıştı. Gelen öyle giremiyor, benden alacak anahtarı ki girsin. Bize geliyorlar, anahtarı veriyoruz, ziyaret edip gidiyorlar” diyor.

İki anahtar hikâyesi de Ekümenik Patrikhane’den: Mudanya’ya bağlı Kumyaka köyünde bulunan, mülkiyeti özel şahsa ait 1227 yıllık Baş Melekler Kilisesi, Bursa Metropoliti Elpidophoros Lambriniadis tarafından, İstanbullu bir işadamından satın alındı. Anahtarlardan biri, gelen ziyaretçilere yardımcı olabilmesi için Kumyaka köyü muhtarında. Trilye’deki Kemerli Kilisesi de aynı şekilde satın alınmış. Anahtarı belediyede.

Kendi malını geri satın alıyorsun, orada artık yaşamadığın için anahtarı emanet ediyorsun. Cemaati kalmayan kiliseler olsa olsa emanettir hepimize. Neler olduğunun anlatılmasını ve bir ortak duaya durulmasını beklerler en çok. Bir varmış, bir yokmuş olan bu insanların gerçek hayat hikâyelerinden başka nedir ki tarih? Ve onların susmuş sesini, dinmeyen hasretini, bu coğrafyaya en güzel türküleri armağan eden Neşet Ertaş’tan daha özlü kim dillendirebilir: “Garip’im, can yakıp gönül kırmadım / Senden ayrı ben bir mekân kurmadım / Daha bir gönüle ikrar vermedim / Batınım sen oldun, zahirim sensin / Evvelim sen oldun, ahirim sensin.”