OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İfade özgürlüğü ve kutsallar

Geçen haftaki yazıyı, nefret suçuyla ifade özgürlüğü arasındaki bıçak sırtı ilişkiye dikkat çekerek bitirmiştik. Bu hafta bu noktayı, özellikle din ve dini şahsiyetlerin eleştirisi bağlamında, ayrıntılandırmaya çalışalım. Gerçi mesele bir-iki yazıda içinden çıkılmayacak kadar karmaşık ama bir yerden başlamak gerekiyor.

Evet, ifade özgürlüğünün sınırı nefret söylemidir ama dinlerin ve tarihsel dini figürlerin eleştirisi, hatta açıkça inkârı –o dine inananları topluca hedef göstermediği müddetçe– nefret suçu değildir. Hatta, kimi yorumlara göre, bu figürlerle ve o dinin mensuplarıyla alay etmek dahi ifade özgürlüğünün sınırları içerisindedir. Ama, eleştiri ile hakaret arasındaki muğlak ve çoğu zaman öznel sınırla ilgili olan bu ‘alay etmek’ meselesini şimdilik bir kenara bırakıp, bir dinin veya tüm dinlerin peygamberlerinin peygamber olmadığını, dolayısıyla dinlerin de iddia ettikleri şey olmadıklarını söyleme özgürlüğü üzerinde duralım; zira hepimiz biliyoruz ki ülkemizde, bırakın alay etmeyi, bazı tarihsel dini şahsiyetlerin isimlerinin önüne ‘Hazret’ ibaresi koymadan konuşmak, yazmak bile cesaret gerektirir.

Net bir biçimde söylemek gerekirse, belli bir dinin veya bütün dinlerin ve peygamberlerin iddia ettikleri şey olmadığını söylemek, hatta bunlar için “uydurmaca”, “safsata” veya “yanılsama” gibi ‘sert’ ifadeler kullanmak ifade özgürlüğü içerisinde değerlendirilmelidir. Dinleri, diğer düşünce ve değer sistemlerinden (örneğin siyasi değer ve fikirlerden) daha kalın bir koruma zırhı altına almanın ne gibi meşru, kendinden menkul bir gerekçesi olabilir? Sadece bir iman meselesi olması, ‘kutsal’ addedilmesi bunun için yeterli mi? Kutsallık atfını veya iddiasını eleştiriden muafiyet gerekçesi olarak bir kere kabul edersek, dinleri kutsiyetin tek kaynağı olarak mı kabul edeceğiz? Hadi ettik diyelim, hangisini, hepsini mi? Kaldı ki, insanlar kendilerine la-dini (dindışı) kutsallıklar da tarif edebiliyorlar. Uzağa gitmeyin, Türkiye’deki Atatürk kültünü düşünün. Bu ülkede “Atatürk’ün boyu kısaydı, sesi inceydi” demek bile sorun oldu. Dolayısıyla, pekâlâ biliyoruz ki formel dinlerin dışında yaratılan kutsallar da en az dini kutsallar kadar ‘ateşli’ olabiliyor. E o zaman nasıl olacak? Herkes eline tebeşiri alıp, etrafına bir ‘kutsallık halesi’ çizmeye kalkar, “Vunun içindekilere laf edersen karışmam” diye tehdit etmeye kalkar ve bundan sonuç alırsa bunun adı ne olacak? ‘Birlikte yaşam’ mı?

Burada uzunca bir parantez açarak, yakınlarda başımdan geçen bir anekdotu konu açısından açıklayıcı olduğu için aktarmak istiyorum. Bir arkadaşım bir sosyal paylaşım sitesine bir gece manzarası ekleyerek “Bilin bakalım burası neresi” diye sormuştu. Ben de kendisiyle aramızdaki başka bir konuşmaya istinaden, espri olsun diye “Bana Anıtkabir gibi geldi” yazdım. Önceki konuşmayı bilmeyenler için hiçbir anlamı olmayan bu sözden sonra ne oldu biliyor musunuz? Orta yaşlı bir teyze, “Anıtkabir benzetmesiyle şaka yapılması beni üzdü” diye yazdı ve arkadaşım da konunun ‘hassasiyeti’ yüzünden işin büyümesinden çekindi ve benim cümlemi sildi; yani o kadın, yaptığı baskının sonucunu almış oldu. Basit bir esprinin silinmesinden daha önemli olan, ilkesel düzeyde benim ifade özgürlüğümün kısıtlanmasıydı. Kısıtlayan el arkadaşıma ait olsa da, asıl kısıtlayıcı olan ‘kutsallardı’. Manzarayı Anıtkabir’e değil de, ne bileyim, Kâbe’ye benzetseydim, pek muhtemeldir ki bu sefer de bir ‘mücahit’ tepemize çullanacaktı ve biz gene korkup sözümüzü yutacaktık ve ‘birlikte yaşamaya’ devam edecektik.

Bir peygamberin peygamberliğini kabul etmiyorsanız, öyleyse o kişinin ne olduğu sorusu kaçınılmaz olarak arkadan gelir. Anlattıklarına kendi de inanıyorsa başka, inanmıyorsa başka değerlendirmeler, nitelemeler kaçınılmazdır. Herkesin bu tür soruları kendi inandığı din bağlamında tartışması, dolayısıyla, Müslümanların da bu tür soruları İslam peygamberi özelinde ele almaları, duygusal yükü açısından zor olabilir. Onun için, bir an bir fikir cimnastiği yapalım ve soralım: 19. yüzyılda ortaya çıkan Bahai dininin, Tanrı’dan mesaj getirdiğini söyleyen kurucusu Bahaullah Müslümanlar için kimdir veya nedir? İslam inancı açısından peygamber olmadığı kesindir. Öyleyse nedir, Müslümanlar onu nasıl tanımlarlar? Vardıkları sonucu ifade etmelerini engelleyen bir ortamda olsalar ne hissederler? İslam peygamberi hakkında söyledikleri yüzünden Nişanyan’a kızan inananlar, meseleye bir de bu açıdan bakamazlar mı?