BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Dünya Kadınlar Günü

Bir Dünya Kadınlar Günü daha geldi geçti. Tüm ülkede eğrisi doğrusundan çok, bir dolu etkinlik yapıldı, bitti. Ertesi gün, eski hamam, eski tas. Kadınlarımız yılda bir kez baş tacı, diğer günler yer taşı. Bu sözü de ben uydurdum... Güzel uydu valla. Bu günün özel bir gün sayılıp kutlanmasının ne anlamı var, bilemiyorum. Hele ülkemizde...      Kaldı ki, o gün bile, özünde değişen bir şey yoktu. Yapılanlar, konuşulanlar ve de erkek destekli etkinlikler göstermelikti.

Tüm şehirlerde gerçekleşen (hiçbir işe yaramayacağından emin olduğum) etkinlikleri izleyemedim tabii, ama haber kanallarında defalarca gösterilen, Denizli’deki olayları gördüm. Ki bir tek o bile genel kanıyı ve ülkemizin acı gerçeğini gözler önüne sermeye yeter.

Dünya Kadınlar Günü’nde, Denizli’deki kadınların, ‘kadına uygulanan şiddet’e tepki olarak düzenledikleri etkinlikte, ‘erkek’ polislerden dayak yediklerini izledim. Toplandılar, konuşmalar yaptılar, yürüyeceklerdi. Polis, bu yürüyüşe engel olmak istedi. Neden? Bilinmez. İster. O polistir, tam yetki sahibidir ve de erkektir. Gün onların günü olduğu için, kadınlar direndiler. Sandılar ki, hiç olmazsa yılda bir gün anlayış görecekler, destek görecekler. Yanıldılar. Erkekler bu kez, sözde görev gereği, onları tekmeleyerek, yerlerde sürükleyerek tartakladılar.

Bir de, medyada pek yankılanan, fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut ve yönetmen Emrah Gültekin tarafından gerçekleştirilen malum proje var. Hani o ünlülerin şiddet mağduru kadınlarla empati kurarak, onların darmadağın olmuş hayatlarının son anlarındaki hallerine büründükleri proje... Her bir sanatçı, iyi ama sahte olduğu belli bir makyajla, yerine geçtiği kadının ağzından, tüm kanallarda yayınlanmak üzere bir mektup yazdı. Hani ‘8 Kadın 8 Hayat’ genel başlığıyla ve ‘O Ben Olabilirdim’ adıyla “Uyanmak için ölümü bekleme, sevginin yerini şiddet almasın” gibi kamu spotları oluşturulan proje.

Duyduk ki fotoğraf çekimleri sırasında duygusal anlar yaşanmış. E yaşanır. Kolay değil. Bir an bile “Ya o ben olsaydım” diye düşünmek yeter. Şimdi projeye konu olan o kadınlar gibi şiddet görmeye devam eden kadınlar, çıkıp demezler mi “Zaten o sen olamazsın” diye? Haşmet Babaoğlu demiş ya, “Belki şiddetin üzerini kapatabilmek için makyaj kullanabilirsiniz ama şiddeti anlatacağınızı sanarak, ‘tuzu kuru’ ve ünlü yüzlere makyaj yaparsanız, çekilen acı bir anda parodiye dönüşür. Bir çuval incir berbat edilir ve sonunda ‘görünen’ yine o ünlü olur.” Bence bu yazıyı okumadıysanız, Sabah’ın internet sayfasından okumalısınız.

Haber kanalları zaten o kadar çok kadına şiddet olayı görüntülüyor ki, bu tarz ekstradan üretilen projeler neyi değiştirir? Daha geçenlerde, dayak yediği için kocasından ayrılarak kendine yeni bir hayat kurmuş olan kadının, kaynanası tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü haberi çıkmadı mı? O kaynananın kendisi de zaten büyük bir ihtimalle kocasından dayak yemişti vaktinde. Ama söz konusu kendi oğlu olunca, gelin dayağı hak etmiştir, kadın dediğin dövülür hatta gerekirse öldürülür. Kızı olsaydı ne hissederdi acaba?

Mesele zihniyette. En umulmadık insanlar bile “O da hak ediyor ama” demiyorlar mı zaman zaman? Ne demek yahu hak etmek? Dünyada, ister insan, ister hayvan, kimse dayağı ‘hak’ edemez. Biliyoruz, her yerde var şiddet ve dayak, ama bizim ülkemizde bir ‘hak etme’ kavramı var. Güçlü olan, zayıf olanı döver. Çocuk (hele kızsa) ve kadın dövülür. Var mı başka bir ülkede “Kızını dövmeyen dizini döver” gibi bir atasözü?

Neyse, ne yazsam kesmeyecek beni, zaten neye yarayacak ki? Bu kadına şiddet olaylarını insanların gözüne sokmanın da bir işe yaramadığı gibi... Değil mi ki, dövülen kadının yürekler acısı hali teşhir ediliyor da, döven adamın yüzü sansürleniyor... Ve de ağır bir ceza verilmiyor... Boşunadır tüm iyi niyetli çabalar. Sen hele bir kere karısını döven adamı ya da pis tecavüzcüleri hem dünyaya teşhir et, hem müebbet hapse mahkûm et de, bak bakalım neler değişir o zaman. Bu öfkeyle kim bilir daha neler önerebilirim ama, sormazlar ki.