OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İkinci İkinci Meşrutiyet

Türkiye bu, bedbinliğin diplerine doğru düşerken bir bakarsın kanatlanmış uçuyorsun, umut almış seni arzın yedinci katına çıkarmış, ama ağzının üzerine kapaklanmak da var. Nevruz’la birlikte son derece olumlu ve umut dolu bir havaya girdik, iyi de oldu. Adeta ikinci İkinci Meşrutiyet’i yaşıyoruz. Söylemler bire bir aynı; şimdi duyduğumuz ‘eşitlik, kardeşlik’ ilkelerini, “Artık silahları bırakma zamanı”, “Geçmişi unutalım, helalleşelim”, “30 küsur yılın tahribatı hemen giderilemez, sabırlı olalım” cümlelerini, dönemin gazetelerinde aynen bulmak mümkün. Konuştuğumuz konular da farklı değil: eşit vatandaşlık, kimlik, demokrasi ve adem-i merkeziyet. Bu açıdan bakıldığında, heba edilmiş yüz küsur sene var ortada. Bütün bunları, “Bu süreçten bir şey çıkmaz, sonu İkinci Meşrutiyet gibi olur” demek için değil, tam tersine, “Bunlar çok önemli adımlar, dikkat edelim de sonu İkinci Meşrutiyet gibi olmasın” demek için yazıyorum.

Günümüzle o dönem arasında temel farklılıklar da var. Örneğin, bugün artık denklemde Müslüman olmayanların ve onların içinde Ermenilerin bir değişken olarak var olmaması. Yok diyorsak, kitlesel/fiziksel anlamda yok; manen ve ahlaken orada, hem de o kadar orada ki, ‘yeni ortaklığın’ nasıl bir ortaklık olacağının temel belirleyenlerinden biri olacak. Bugün Ermeni meselesi veya 1915, Kürt siyasi hareketi açısından, barış ve ‘statü kazanımıyla’ kıyaslayınca, değil harcanacak, göz önüne alınmaya dahi değmeyecek bir ‘pul’ olabilir. Bu yaklaşım reel siyaset açısından doğru görünebilir ama o kadar basit değil, çünkü Kürt hareketinin bu noktada alacağı tavır, yıllardır kimilerince ‘suçlandıkları’ gibi mücadelelerinin Kürtçülük mücadelesi mi yoksa demokrasi ve insan hakları mücadelesi mi olduğunun göstergesi olacak. 1923 öncesine atıflara bakarak Türk-Kürt ‘İslam’ ortaklığı bir kez daha Ermenilerin cesetleri üzerinde mi yükselecek, yoksa barışçıl birlikte yaşamın temel ilkelerini benimsemiş, güncel bir demokrasi için mi çaba sarfedilecek? Öcalan’ın Nevruz konuşmasında her iki ihtimalin de ipuçları mevcut. Hangi yolun seçileceğinde Öcalan’ın iradesi kadar Kürt siyasi hareketinin ulaştığı demokrasi ve insan hakları bilincinin seviyesinin ne olduğu da etkili olacak (inşallah!).

Ayrıca, meselede şöyle bir manevi boyut daha görüyorum: Dün Ermeniler neyin mücadelesini veriyorlardıysa bugün Kürtler onun mücadelesini veriyor. Kimilerine göre bu, ‘Türk’e karşı oynanan oyun’un en büyük ispatıdır ama bunun Türk’e karşı olmakla ilgisi yok. Bu, insanların oldukları ve bildikleri gibi, onurlu yaşama isteğinin bir sonucu. Ermeniler bu mücadelede düşmüş, yok edilmiş bir halk. Dolayısıyla, Kürt siyasi hareketinin kendinden evvel aynı idealler için uğraşmış ama katledilmiş bir halka bir tür vefa borcu yok mudur? Bu durum, anlayana, dil, din, ırk birliğinden çok daha ulvi bir bağ değil midir?