OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Aynılaşma, dinîleşme ve birlik

 

Çözüm sürecinde aralarında ‘akil insanlar’ın da bulunduğu kimi ağızlardan aynılık üzerinden birlik mesajları verildiğine şahit oluyoruz. “Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkes’i” diye başlayan cümleler “Yok birbirimizden farkımız” mesajlarıya bitiyor. Şu söyleyeceğim ilk anda garip gelebilir ama, aynılık iddia ve beklentisi birlik için çok zayıf bir temeldir. Çünkü, birincisi, gruplar arası aynılık diye bir şey yoktur, olsaydı farklı kategoriler bazında farklı gruplardan bahsediyor olmaz, “Türk, Kürt, Laz...” diye saymazdık; ikincisi, aynı olmak, aynı kalmak hayatın ruhuna, akışına terstir, gayri-sosyolojik bir beklentidir, ne bir birey ne de bir grup değişmeyeceğine dair söz verebilir. Kaldı ki, maksat ve marifet aynı olup birlik olmak değil; onu evrim skalasının alt basamaklarındaki canlılar da yapıyor zaten. Maksat, farklı olup, farklılığı koruyup birlik ve barış içinde yaşayabilmek. Bunun birinci şartı da her tür farklılığı korkulacak bir olgu ve tehdit olarak görmekten vazgeçip hayatın olağan bir sonucu olarak kabul etmektir. Kamu otoritesinin görevi de, insanları aynı olduklarına ikna etmeye çalışmak yerine, farklılıkları nasıl bir arada yaşatacağına kafa yormak olmalıdır.

Aynılaş(tır)manın son zamanlarda öne çıkan en bariz yansıması, dinî temelde aynılaşma çabası ve çağrısı. Birçok kişinin ve kurumun söyleminde din, hatta mezhep temelli birliğe sık ve net biçimde vurgu yapılıyor. Bu da beraberinde, ister istemez, dinîleşmeyi yani dinin, kararların, davranışların, yargıların temel ölçütü haline gelmesini getiriyor. Bunun sakıncalarına değinmeden, bir noktanın altını çizmek istiyorum. Burada kasten, ‘İslamileşme’ terimini kullanmıyor, ‘dinîleşme’ diyorum, çünkü buradaki ilkesel sorun İslam değil, belli bir düşünce ve yaşayış biçiminin, üstelik din gibi elastikiyeti, tahammülü son derece sınırlı olan bir değerler sisteminin kamusal meşruiyetin temeli haline getirilmesi. Farazi bir örnekle açıklayacak olursak, Türkiye %99,9’u Hıristiyan, %0,1’i Müslüman bir ülke olsaydı ve Katolik değer ve normları diğer hayat tercihlerinin üzerine çıkaran söylemler baskın olmaya başlasaydı, bu da bir sorun olurdu.

Kamu otoritesinin, karar alma güç ve yetkisini elinde bulunduranların, seçimle işbaşına gelmiş olsalar dahi, din/mezhep temelli bir yaklaşım ve söylemi benimsemelerinin demokrasiyle ve ifade özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır. Tabii ki herhangi bir dine mensup bireyler, başkalarına somut zarar vermedikleri veya başka grupları hedef göstermedikleri sürece, inançlarının gereğini sonuna kadar yaşama hakkına sahiptirler. Yani diyelim ki, bir kişi inancının gereği olarak başı örtülü bir biçimde üniversitesine, işine gidecek, öyle görünür olmak istiyorsa öyle görünür olacak. Sorun bu ve bu gibi şeyler değildir. Sorun, herhangi bir dini toplumsal birliğin asgari müştereği, makbul olmanın ölçütü, ifade özgürlüğünün sınırı haline getirmektir.

Ayrıca, bir din bir yandan birlik mesajları verirken, öte yandan başka ayrılıkların, ayrımcılıkların yolunu açabilir. O dine/mezhebe mensup olmayanlar ve kâğıt üstünde o dine mensup olsalar da hayatlarını o dinin kutsal metinlerine veya peygamberinin sözlerine göre düzenlemek istemeyenler ne olacak? Küçülmeleri, hatta mümkünse hepten kaybolmaları mı sağlanacak? Yoksa bir lütuf olarak yaşamalarına, var olmalarına izin verilecek ama hakir mi görülecekler? Türkiye özelinde daha somut söyleyecek olursak, hayatını Sünni İslam’ın değerlerine göre yaşamak isteyenler onlarca yıldır kendilerine yapılanı başkalarına mı yapacaklar? Kamu otoritesinin niyeti bu olmasa dahi, verdiği mesajların toplum nezdindeki sonucunun bu olması oldukça muhtemeldir. Bundan toplumsal barış da birlik de çıkmaz, tarih şahittir ki her zaman olduğu gibi çatışma çıkar, maraza çıkar.

‘İslam kardeşliği’ söyleminin, Kürt meselesinin çözüm sürecinde etnisite temelli ayrımcılığın döşediği mayınları temizleyerek yolu açıcı bir etkisi olduğunu ileri sürenler çıkabilir. Çok şüpheli olmakla birlikte, bunun doğru olduğunu kabul etsek bile, bu biraz kaş yaparken göz çıkarmak gibidir. Bir çatışmayı bitireyim derken ötekinin yolunu yapmaktır, mayınları bir yoldan temizleyip ötekine döşemektir.