ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

24 Nisan ve 1 Mayıs

Birkaç yıldır aklımda acısıyla birlikte tohumlanan gerçeği Demir Küçükaydın'ın internette rastladığım yazısı daha açık, daha çıplak kıldı. 24 Nisan’ların Taksim meydanında anılmaya başladığı günden beri, hemen bir hafta sonra kutlanan 1 Mayıs’ın kalabalığıyla soykırım anmasına katılan küçük –ama değeri büyük– grubun oluşturduğu tezat üzerine düşünüyor, fakat bilincimin hiç de hoşuna gitmeyen bu düşünceyi derinleştirip olgunlaştırmaktan kaçıyordum.

24 Nisan’larda birkaç yüz, iyimser tahminle 1000-1500 kişi, polis barikatlarının korumasında, uzaktan milliyetçilerin ve ulusalcıların sloganları arasında 1915’in kayıplarını anmaya çalışır ve Türkiye tarihinin bu en karanlık sayfasına dikkat çekmek isterken, ertesi hafta yüzlerce örgüt, yüzbinlerce kişi, rengarenk bayrakları ve flamalarıyla, artık resmi tatil ilan edilmiş işçi, emek ve dayanışma bayramını kutluyorlardı son yıllarda Taksim’de, aynı meydanda. 

1 Mayıs’lar, yıl boyu düzenlenen en büyük kitlesel muhalif gösteri. Enternasyonalizm, emekten yana olmak, dayanışma gibi değerlerin yüceltildiği 1 Mayıs gösterileri, Türkiye’de rejimin karşısında durma iddiasındaki örgütlerin en önemli sahnesi. Ama o günde, o sahnede, bugüne dek, cumhuriyetin üzerine inşa edildiği Anadolu Hıristiyanlığının kökünün kazınmasına dair; Türk ulus devletinin temellerinin atıldığı 1915'e dair bir söz duymadık. 

Devletin kurucu ideolojisinin savunucusu olan CHP ile, “Ermeni Soykırımı emperyalist bir yalandır” diyen İşçi Partisi’nin, 24 Nisan'ları ananları 100 metre uzakta protesto eden HKP’lilerle birlikte aynı alanda yer aldı Türkiye solu. Ve o 1 Mayıs’lara katılanlardan sadece yüzde 1'i, belki de yüzde buçuğu 24 Nisan'larda Taksim meydanında yer aldı. 

Demir Küçükaydın, mevcut içeriğiyle 1 Mayıs’ların değil asıl 24 Nisan’ların kendine sosyalist diyenlerin günü olması gerektiğini anlatıyor yazısında. Sol hareketin enternasyonalizminin, milliyetçilik karşıtı duruşunun altını doldurmak üzere, bu topraklarda işlenmiş en büyük suçlardan birini mağdurlarını anmanın, rejimin temellerini sarsmayı hedef almak anlamına geldiğini ve asıl devrimci duruşun bu olduğunu söylüyor. 

Oysa Türkiye solu, çoğunlukla yapay bir gündemin ve sistemi sarsmaktansa onu savunan bir kafa karışıklığının girdabında savrulup duruyor. Artık zihnim daha net: Taksim’de veya değil, 24 Nisan’ı anmayan, Anadolu Hıristiyanlığının bu topraklardan silinmesine, yüz binlerce insanın katledilmesine ve bunun sistematik inkârına sessiz kalan bir sola sol demek benim için mümkün değil.

Madem ki sol her şeyden önce diğerkâmlık, dayanışma ve eşitlik arayışı demek, o halde, tarihimizin bu en büyük haksızlığına karşı durmayan sola sol denemez. Türkiye’de sol, kendine sol diyenler kadar değil, 24 Nisan’larda yüreğindeki huzursuzluğu bastıramayan solcular kadardır. Daha fazla değil.

(1 Mayıs 2013 notu: Yukarıdaki yazı, polis İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamasını gaza ve şiddete bulamadan önce yazıldı. Sendikaların bu sonucu öngörebilmesi gerektiğini düşündüğüm için Taksim ısrarını çok anlamlı bulmasam da, hükümetin insanların bayramlarını diledikleri yerde kutlamalarına engel olan tavrını da asla tasvip etmiyorum. Polisin kini ve gazı ise, sadece iddia edildiği gibi şiddet kullanan gruplara değil, sokakta olan tüm insanlara, canlı olan her şeye, hepimize karşıydı. Bu gerçeği hiçbir yalan örtemez.)  

(Demir Küçükaydın’ın yazısı için: http://demirden-kapilar.blogspot.com/2013/04/devrimci-24-nisan-kars-devrimci-1-mays.html)

 

--------------------------------------------------

Vakıf seçimlerinin gösterdiği

Ermeni toplumunun vakıf seçimleri için yeni bir yönetmelik önerisi hazırlama süreci, toplumun içinde bulunduğu dağınıklığın ve başına buyrukluğun yeni bir teyidi oldu. Türlü çıkar hesaplarıyla dar bölge sistemiyle yapılan seçimlerin daha geniş bir katılımla yapılabilmesi için hayata geçmesi gereken süreç, türlü aksaklıklara uğradı. Bu aksaklıkların nedenlerinin görülmesi, sorunun kaynaklarını doğru tespit edip gerçek çözümler üretmek açısından elzem.

Yeni yönetmelik girişiminin dinamosu rolünü oynayan Düşünce Platformu, yürüttüğü çalışmalarla Ermeni toplumunun vakıf seçimlerine daha çok müdahil olmak istediğini gösterdi. 100 yıl öncesinden kalma, şehri semtlere ayıran ve vakıfları da o semtin kurumlarının yönetimiyle görevlendiren yapı günün koşullarına uygun değil şüphesiz. Ancak, o zamanlar Ermeni toplumunun bir genel meclisi, bir sivil meclisi, merkezi yönetimi vardı. Beyoğlu’ndan Yeşilköy’e sayfiye diye yazlığa gidilen zamanlardı ve üst yönetsel yapının altında yer alan vakıflar için yapılan semt temelli seçimler, toplumun kılcal damarlarına daha derinden nüfuz eden bir sistem sağlıyordu. 

Bugün ise, Ermeni toplumunun sivil yönetim yapılarının cumhuriyet eliyle ortadan kaldırıldığı, hayatın kökten değiştiği ve bazı vakıflar yokluk içindeyken bazı vakıfların milyon dolarlık gelirlere sahip olduğu bir ortamda, her vakfın yönetim kurulunu o semtte veya ilçede oturanlar seçer demenin art niyet dışında bir mantığı kalmadı. Çünkü azaldık, çünkü zayıfladık, çünkü her koyun kendi bacağından asılır demek yerine, benzer sorunlarımıza ortak çözümler üretmek zorundayız.

Buna karşın, toplumun seçilmiş yöneticilerinin bir kısmı, seçim yönetmeliğiyle ilgili olarak kamuoyuna açık bir tartışma yapmak yerine, yine kapalı kapıların ardında yürüttüler süreci. Başepiskopos Aram Ateşyan'ın şahsi kanaati doğrultusunda il genelinde seçimle ilçe temelli seçim arasında bir orta yol olarak bölge bazlı seçim önerisine sarılındı önce; ancak bu önerinin tepeden inmeliğinin yarattığı tepki karşısında il genelinde seçimle bölge genelinde seçim arasında yeni bir orta yol oluşturuldu.

Bütün bu süreçte, bizler adına hareket edenler, bizleri bilgilendirme ihtiyacı duymaksızın, kararlarını verdiler. Evet, neticede bugünkünden daha ileri bir vakıf seçimleri yönetmeliğine dair bir ortak öneriye sahibiz, ancak bu süreçte yaşanan gelgitler, gelecekteki daha çetrefilli sorunları nasıl çözebileceğimiz konusunda kaygı uyandırıcı. 

Kaygılar, Patrikliğin içinde bulunduğu durum, patrik seçiminin yapılamaması, sivillerin yönetime katılımı, ortak sorunlar için ortak bütçeler oluşturmak gibi bugünün ve yarının dertlerini ne yapacağımız konusunda daha dürüst, çalışkan ve iradeli olmamız gerektiğini hatırlatıyor bir kez daha. Bunlar adına ümitli olmak içinse çok az nedenimiz var.