KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Helal ile haram

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, bir süre önce Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan gayrimüslimlere yaptığı“Yurdunuza dönün” çağrısıyla dikkat çekmişti. Rober Koptaş’a verdiği özel mülakatta da Diaspora ile konuşmak gerektiğinin altını çizerek “Son on yılda tarihle yüzleşme anlamında büyük bir zihniyet sıçraması oldu. Bu cesaret ister. Yüzleşme ve helalleşme, bence özürden daha büyük bir meseledir… Anadolu’da doğmuş, aidiyet dünyası bu topraklar olan insanların, çeşitli özel harp taktikleriyle gönderilmiş olması, helalleşme dediğimiz ihtiyacı ortaya çıkarıyor” açıklamasında bulundu.
2015’e doğru hükümet kanadından gelen bu beyanların diasporada da yankısı oluyor. Her ne kadar Bakan’ın ‘mukatele’ söylemi, vatandaşı olduğu Osmanlı imparatorluğu topaklarından, kendi yerinden yurdundan sistematik bir devlet harekatıyla hoyratça koparılmış, yollarda yok edilmiş ataların dünyaya dağılmış çocukları olan Diaspora’yı ikna etmek için yeterli olmasa da, resmi olarak gelen diyalog çağrısı, en azından Türkiye toplumu için Diaspora’yı geleneksel öcülüğünden ve umarız Ermenistan’ı da kapalı sınır ardındaki hortlaklığından kurtarıp, gerçeklikleri içinde tanımayı ve yaşamayı mümkün kılacak.
Bu noktada helalleşme kavramına, içerdiği teolojik ve kültürel boyutuyla da bakmakta yarar var. Cenaze törenlerinde musalla taşı üzerinde yatan ölü adına imam, cemaatten helallik ister. Üç kere “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sorulur. Toplu olarak yükselen “Helal olsun” nidaları, düya gözüyle tamamlanmış bir ömrün temize çekilmiş hesabıdır.  “Hakkın helal edilmesi” bir anlamda vefat etmiş olanla ödeşmedir. Alacak verecek kalmamış, giden o kaçınılmaz yolculuğa iç huzuru ile yolculanmıştır. O huzur kalanlara da iyi gelir.
Helalleşmek günlük hayat kullanımında da hep denklik ifade eder. Karşılıklı olarak birbirinde hesabını kapatır, arz ve talebini dengeye koyarsın. Hal böyleyken Türkler ve Ermeniler arasında helalleşmeden öte, anlayış öncelik taşır. Yaşananı öğrenme, bilme ve paylaşma anlayışı…
Ermeni Hıristiyan kültürüne baktığımızda ikrar ve af temelli bir yapı ile karşılaşırız. Önce sen hatanı ikrar eder, başka bir deyişle kabul eder ve başta kendine sonra karşındakilere itiraf edersin. Dolayısıyla öncesinde zaten sen kendin suçluluk duygunla ödeşirsin. Pazar ayinlerindeki toplu günah çıkarma geleneği, o andan itibaren gelecekte aynı hataları yinelememek doğrultusunda gösterilen iradenin teyididir. Cemaatin toplu tanıklığı içersinde nedamet getirilirken bir söz verilmiştir. Ve bağışlayabilme gücü de sınanmıştır. Ne de olsa itiraf, affı çağırır.
Ermeni Kilisesi’nin en temel dualarından biri olan Aziz Nerses Şınorhali’nin 12. yüzyıldan kalma Havadov Khosdovanim (İmanla İkrar Ederim) duası günah, itiraf, af anlayışını şiirsel bir üslupla ifade eder:   “Ey diri ateş Mesih! Ruhumun lekelerini yakması, vicdanımı temizlemesi, bedenlerimi günahlardan arındırması ve seni tanıma ışığını yüreğimde yakması için dünyaya saçtığın sevgi ateşini içimde alevlendir, tüm yarattıklarına ve ben pek günahkâra merhamet et.”
Nefreti ve öfkeyi sevgiyle yenmeyi, kendini bilmeyi ve daha iyi olabilmek için bir ömür nefsle mücadele etmeyi öngören bu öğreti, tarihi duada cisimleşmiş haliyle kainata da şöyle seslenir: “Ey herkese merhamet eden Rab! Soydaşlarıma ve yabancılara, tanıdıklarıma ve ölülere, saba tüm inananlara merhamet et. Düşmanlarımın ve benden nefret edenlerin günahlarını affet ve onları senin merhametine layık olabilmeleri için bana karşı besledikleri kötü düşüncelerden geri döndür...”
Devlet adına resmi özür, geçmişin gelecekte aynı zulümle tecelli etmeme taahhüdüdür. Ama iş insana geldiğinde kimse kimseyi özre zorlayamayacağı gibi, kendi de affedici konuma oturamaz. Sadece hakikatin görünür ve bilinir olmasını dileyebilir. O hakikat kendi gereğini zaten vicdana dayatır. Ve ancak o zaman bir hayatın hiçbirimize haram olmadan yaşanması mümkün olur.