BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Manisa’dan Suriye’ye, vaziyetler

Hani, meşhur fıkradır, “Öteki postalı da at, artık uyuyalım!” demiş alt kattaki, aynen ona benzedi. Bu tipler bizim toplantıların ‘uvertür sanatçı’sı oldular; görünmeseler arayacağız. Bir yandan kızıyorsunuz, bir yandan da bu kadar basitliğe içiniz eziliyor. Emniyet’in dediğine göre bu seferki fırıncıymış, para kazanınca ‘Manisa’da Güne Bakış’ gazetesini satın almış, o hüviyetle girmiş toplantıya. Koynundan bayrak çıkarıp malum pantomimi kopartınca, “Kardeş, seni tanıdım. Sen bizim kadrolu sabotörsün. İzmirli bir Türk’e, Türkiye’de, Türk bayrağıyla Türklük propagandası yaparak hem bana hakaret ediyor, hem Türk bayrağını kirletiyorsun” dedik.

İlk defa diyalog ortamı

Bilmiyorum hüsnükuruntu mudur ama, bu Barış süreci, bazen epey ters biçimde de olsa, Anadolu’da daha önce görmediğimiz bir diyalog başlatıyor. ‘Denge’ gazetesinin temsilcisi kalkıyor: “Parlamenter sistem kuvvetler ayrılığını yürütemiyor. Güçlü başkanlık olsa bu halledilir.” Anlatıyorsunuz: Parlamenter sistemin tökezlemesi parlamentonun zayıflığından değil, tam tersine, fazla güçlü bir başbakanın (yürütmenin) Meclis’i (yasamayı) esir alması yüzündendir ve Erdoğan’ın başkan olması halinde bu durum katmerlenecektir. İlave ediyorsun: “Ayrıca, parlamenter sistem nasıl yürüsün? Kürt meselesinden tam 13 parti kapattık.

Dikkatle dinliyor. Boş itiraz yapmıyor. Afyon’da bir katılımcı aynen şunu demişti: “Biz yarı başkanlık veya partili başkanlık sistemini, alkol ve uyuşturucunun yasaklanması için istiyoruz, çünkü idare mahkemesi yasaklamayı iptal etti.” Anlaşılan, hazretin başkanlık sisteminde idari yargı da olmayacak.

‘Manisa Hayat’ın temsilcisi kalkıyor, “35 bin canın hesabı sorulmayacak mı?” diyor. PKK’nın öldürdüklerini kastediyor. TBMM İnsan Hakları Komisyonu istatistiklerini okuyorsunuz: “TSK’nın can kaybı (ki bunların içinde çok sayıda Kürt de var): 7.918 kişi. PKK’nın can kaybı: 22.101 kişi. Bu son sayıya faili meçhulleri, yani 17 bini eklerseniz, Kürtlerin can kaybı: 39.101 kişi” (İnan Gedik, Habertürk, 30.01.2013). Kaldı ki, en son sayıya PKK’nın öldürdüğü Kürtler dahil değil.

Bir diğeri kalkıyor, Nevruz’da Türk bayrağı olmamasını kınıyor. Hatırlatıyorsunuz: “Yoktu, çünkü o bayrak sadece Türk soyluların bayrağı yapılmış, yani aşağılanmıştı. Biraz önce koynundan Türk bayrağı çıkaran kişinin kirletişini hatırlayın. Kürt yoğun bölgelerde dağa taşa ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ yazmanın Kürtler için ne anlama geldiğini düşünün.”

Destekler ve köstekler

Alevi Kültür Derneği’nin temsilcisi kalkıyor, Alevilerin dertlerini dile getiriyor. Bir Kafkasya kökenli kalkıyor, iki tür terör olduğunu, kendi ailesinin mecburi iskâna tabi tutulduğunu söylüyor. Terör bitirilince ne olacağından endişeli. “Ya” diyor, “askerin/polisin bir yanlış iş yapması yüzünden tepki gelişirse ne olacak?” Sağlıkla ilgili bir sendikanın kadın temsilcisi konuşuyor: “90 yıldır inkâra direnen bir halkın savaşı var.” Avrupalı Gençlik Derneği’nin başkanı, “Askerî darbeler işi fena bozdu” diye ekliyor. Empati Kadın Derneği’nin başörtülü temsilcisi “Diyarbakır’a gittik, buraya göçle gelenleri çok farklı tanıdık” diyor. KESK’in temsilcisi konuşuyor: “Bu, aslında Türk sorunu. Kürt kardeşlerimizin taleplerini içimize sindirebilecek miyiz? Su bulanık. Ancak demokratikleşmeyle durulur.”

Altı Nokta Körler Derneği’nin temsilcisi söz alıyor, İşçi Partisi eğilimli olduğunu söylüyor ve partilerinin davet edilmediğinden şikâyet ediyor. Oysa, Afyon’da bayraklarla gösteri yapanlara “Temsilci seçin, gelin” demiştik, “Kamera olmazsa gelmeyiz” dediler. Tabii, doğası gereği hep olumsuz habere odaklanan medya bu marjinal grupları ön plana çıkarmasa ne olurlardı, yorum sizin.

Engelli arkadaş devam ediyor: “Federasyon mu isteniyor? Heyetiniz Tek Millet, Tek Dil...’e karşı olanlardan mı oluşuyor? Parçalanmayı nasıl önleyeceksiniz?” Anlatıyorsunuz: Türkiye bazı terimleri üç ay önce duyduğu için, içeriğini bilmeden kullanıyor. Federasyona lüzum yok; üniter devlet olan İngiltere’de dört parlamento, hükümet, başbakan vardır. Biz bu devleti 1920 ve 30’larda kurarken bütün Avrupa’da “Tek şu, tek bu” söylemi hâkimdi, oradan almıştık, ama 90 yıl geçti, olay tam tersine döndü. İlave ediyorsunuz: “Zaten, bu tek’ler yüzünden isyan ettirdik Kürtleri, ve ülkeyi parçalanma tehlikesine soktuk kendi elimizle.”

Bu videoyu görmelisiniz

Türkiye’nin en muhafazakâr kasabalarından biri olan Akhisar’da, çarşıda yürüdük. Anlatmaya yer kalmadı, ama 90 yıllık ulus-devlet şartlandırmasının insanlara ne yaptığını görmek isterseniz, “Yazıklar olsun komutanlarımızı hapiste tutanlara!” diye haykıran kırmızılı kadının da rol aldığı, ‘Akhisar'dan âkil insanlar geçti’ adlı videoyu izleyin (http://www.youtube.com/watch?v=wiZWpJrAZEM). İzlemiş birinden gelen yorum: “Hocam, gerçekten Allah kolaylık versin. Aziz Nesin'in yüzdeleri geliyor hemen insanın aklına. Heyetlerin işi bittikten sonra, hükümetin, sakinleştirici ilaç giderlerinizi de karşılaması lazım.”

Videoyu izleyenlere not: Biz mesela Akhisar’da böyle çalışırken, bizi Anadolu’ya gönderen iktidar daha önemli şeyler üzerinde çalışıyor. İçkilere reklam yasağı. Restoranlarda içilen içkinin dışarıdan görülmesi yasağı. Milletvekillerine trafik cezası kesme yasağı. Hosteslere kırmızı ruj yasağı. Reyhanlı patlamasına yayın yasağı. Tabii bir de, ABD’yi ikna edip Suriye’yi işgal. Hepsi, ama özellikle bu sonuncusu, bizi Suriye’yle savaşa götürebilir ve bunca mihnetle milim milim inşaya çalışılan İç Barış’ın köküne kibrit suyu dökebilir, haberiniz ola. Allah selamet versin.