ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Alevi-Sünni gerginliği korkutuyor

Reyhanlı’da yaşanan ve 50’yi aşkın insanın ölümüne neden olan saldırının nedenleri, nasılları, sonuçları çokça konuşuluyor; ancak bu olayın ima ettiği, uzun vadeli, büyük riskler üzerinde neredeyse hiç durulmuyor.
 

Türkiye’de Suriye hakkındaki tartışma, siyasette son yıllarda yaşanan kutuplaşmaya uygun seyrediyor. AK Parti’nin belirlediği siyaset ve ona karşı olanlar arasındaki çekişme, kamuoyu önündeki tartışmanın içeriğini de, tansiyonunu da, dilini de belirliyor. Bu, genellikle, tarafların meselelere salt kendi pozisyonlarının prizmasından bakarak hakikati boşladıkları bir tartışma(ma) şekli. Dolayısıyla, Reyhanlı patlamaları sonrasında da, saldırıların hükümetin yanlış Suriye politikasının doğrudan sonucu olduğu yorumuyla, ölümlere neredeyse sevinenler olduğu gibi; hükümet her türlü hatadan ariymiş gibi, AK Parti’nin Suriye politikasına toz kondurmayanlar da vardı.
 

Bu hengâmede, üzerinde en az ciddiyetle durulansa, Suriye’de yaşananların ülkede bir Alevi-Sünni çatışması yaratmak üzere, önemli bir tehlike arz ettiği. Bu tehlikenin, kötü niyetliler açısından bir kullanım değeri var ve ne yazık ki, toplumsal ve tarihi kökleri de mevcut. Bu nedenle, mesele daha da dallanıp budaklanmadan, tüm tarafların şapkalarını önlerine koymaları; yangına körükle gitmeden, uzun vadede aralarında güveni tesis edecek adımları atmaları gerekiyor.
 

Şiddet konuşursa?
Daha düne kadar Kürt sorununda şiddetsizlik ortamına doğru gitmenin getirdiği bir iyimserlik vardı memlekette. Ne gariptir ki, bu iyimserlik kimi konularda bir tür amnezi, bir akıl tutulması yaratıyor ve toplumsal sorunlara gerektiği şekilde bakılmasını engelliyor.

 

Reyhanlı saldırısını, devlet istihbaratının tespit ettiği gibi, THKP/C’den ayrılan Acilciler grubu yaptıysa ve Suriye’de yaşanan savaşın Türkiye’de Alevi-Sünni sinir hatları üzerinde nasıl derin bir tahribat yarattığı gözden kaçırılmaya devam ederse, yakın bir gelecekte, PKK’yı andıran, şiddet kullanmaktan kaçınmayan bir Alevi örgütünün doğuşuna dahi tanıklık edebiliriz. Evet, bu ağır bir iddia; ancak gerçekçilikten uzak olduğunu düşünmek kolaycılık olur.
 

Alevilik, şiddetten uzak, son derece barışçı bir inanç; ancak seküler Alevilik içinde, özellikle devrimci hareketlerin halk tabanını oluşturan bir isyancı ruhun var olduğu da yadsınamaz. Asırlar süren ezilmişliğe başkaldırının, 20. yüzyılın devrimci şiddet yöntemleriyle çakışmasıyla doğan bu asabiye, önce Türk solu içinde, sonra da PKK kurucu kadrosu içerisinde çok sayıda Alevi’nin yer almasına neden olmuştu.
 

Misal, Cengiz Çandar, TESEV için hazırladığı ‘Dağdan İniş – PKK Nasıl Silah Bırakır?’ başlıklı raporda, PKK içinde özellikle ‘Ankara Grubu’ olarak sözü edilen lider kadronun PKK ve Öcalan üzerindeki nüfuzunu anlatırken, söz konusu ekipte yer alanların çoğunun, Türkiye’nin Kürt nüfusu içinde bir azınlık olan Alevi kimliğine mensup ve tümünün, 1970’lerin sol üniversite ortamından çıkmış olmalarına vurgu yapıyordu.
 

Suriye savaşının Hatay’a etkisi, bölgede yaşayan Nusayri nüfusun huzursuzluğu ve Türkiye’ye kaçan sığınmacılara karşı pek de hoşgörülü sayılamayacak tavrında cisimleşiyor. Bunun ülke siyasetine yansıması ise, özellikle laik cenahta, AK Parti’nin Suriye’de Cihatçıları desteklediği inancı şeklinde oluyor ve bu söylem, Arap Aleviliği yani Nusayrilikle köklü bir kültürel bağı olmasa da, Anadolu Alevileri tarafından, Sünni zulmünün yeni bir tezahürü olarak görülüyor.
 

Alevileri de içine alan sol kitlenin Esad ve Baas yönetimini adeta bir anti-emperyalist direniş olarak yüceltmesi; buna karşın, geleneksel olarak devlete karşı gelmeyi hoşgörmeyen muhafazakârların Suriye’deki devrimci kalkışmaya büyük sempati beslemesi sonucunu doğuran ilginç bir asimetri, ülkede hassas ama iyi-kötü stabil bir dengesizlik halinde var olan Alevi-Sünni çekişmesini daha da gerilimli, adeta patlamaya hazır bir boyuta taşıyor. Bu ortamda, birtakım küçük ama terör yöntemlerini kullanmaya eğilimli örgütlerin eylemler yapması, böylece sorunu iyice içinden çıkılmaz hale getirmeleri son derece olası. Bazı ülkelerin, Türkiye’nin istikrarsız kalmasını isteyen güçlerin manipülasyonuna da çok açık bir alan bu.
 

Ortak sorumluluklar
 

Reyhanlı’daki saldırıların, kökü Türkiye içinde olan THKP/C Acilciler grubuna atfedilmesi (grubun lideri Mihraç Ural, yaptığı açıklamalarda suçlamaları reddetti, ancak Suriye ordusunda resmi görevi olan bir kişinin “Biz yaptık!” demesi zaten mümkün değildi), sorunun şiddet boyutunu daha da kaygı verici hale getiriyor. Zira, yaklaşık 30 yıldır Suriye rejiminin koruması altında olan bu grup, iç savaş uzun sürerse, Türkiye’de eylemler gerçekleştirmeye devam edebilir; dahası, iç politikanın zaaflarından ve toplumsal-mezhepsel gerilimlerden beslenerek büyüyebilir.
 

Unutmayalım, başlangıçta Apocular olarak anılan PKK da, şiddetsiz siyaset yapan çok daha büyük Kürt örgütleri arasından zamanla sıyrıldı; eylemleriyle halk tabanının sempatisini kazandı, büyüdü ve diğer örgütleri adeta silerek, Kürt sorununun tek taşıyıcı sütunu haline geldi. Elinde silah olanın sözünü dinletmesi, eşyanın tabiatı gereğidir ve ortam silahın kullanımına izin verdikçe, dün Kürt sorununu barışçı şekilde çözmeye yanaşmayan Türkiye devleti, Alevilerin sorunlarını da adil ve barışçı bir şekilde çözmemekte direnirse, Suriye bataklığı, Alevi damarı üzerinden Türkiye’yi de kendiyle birlikte batırabilir. Dün Kürt sorununun yarattığı buhranı, yarın Alevi sorunu tekrarlayabilir ve hepimizi cendereye alan şiddet - karşı şiddet sarmalı, kim bilir kaç yıl daha ülkeyi rehin alabilir. Bu erken bir uyarıdır, biliyorum, ama ciddiye alınmalıdır.
 

Sünni ve muhafazakâr tabanın partisi olan AK Parti, 11 yıllık iktidarı süresince Alevilerin endişelerini gidermekte başarılı olamadı. Bu sorunun çözümü, Suriye sorunundan da bağımsız olarak, iktidarı bekleyen en önemli görevlerden biri. Ancak Alevilere haklarını –bir lütuf değil, adaletin gereği olarak– sağlayan bir siyasi parti, adındaki ‘Adalet’e layık olabilir. Ve muhatapların, yani Alevilerin, yani CHP’nin, yani sosyalistlerin, Alevi-Sünni gerginliğinde siyasi bir kazanç kapısı görüp yangına körükle gitmeleri, bu ülke insanına kötülük yapmak anlamına gelir.
 

Dolayısıyla, sorumluluk herkese, hepimize düşüyor.