OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İncinmemeye hakkınız yok

Sonunda ‘beklenen oldu’ ve Sevan Nişanyan, “Bundan yüzlerce yıl önce Allah’la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir” dediği için ceza aldı. Bu arada, saydığı menfaat çeşitleri arasında ‘cinsel’ olmasaydı bu kadar tepki çeker miydi acaba? Zira bizim insanımızın cinsel konulardaki ‘hassasiyet’i malum. Baksanıza, sokakta öpüşen bir çift görünce bile zıvanadan çıkan insanların ülkesi burası. Artık, o onda nasıl bir mekanizmayı harekete geçiriyorsa... Bu ülke insanının cinsel faaliyetleriyle arasındaki gerilimli ilişkiyi rahatlatacak yolu bulan kimse, ülke sorunlarının yarısından fazlasını çözmüş demektir. Demedi demeyin.

Davanın savcısı, cezanın gerekçeleri arasında, Nişanyan’ın ifadelerinin “insan ilişkilerinin gelişmesine yarayan kamusal tartışmaya katkıda bulunmadığı” iddiasını saymış. Öyleyse soru şu: İfade özgürlüğünün kabul edilebilir bir gerekçesi mi olmalıdır? Yani ancak ona veya şuna faydalı olan düşünceler mi özgürdür? Zararlıları geçtim, faydasız düşünceler ifade edilemez mi? Buna evet diyorsanız, hangi düşüncenin zararlı, hangisinin zararsız veya faydasız (dikkat, ikisi aynı şey değil) olduğuna kim, hangi kriterlere göre karar verecek? Net söyleyelim: İfade özgürlüğünün ifade özgürlüğünden başka bir amacı olmak zorunda değildir. Üstelik, kamusal barış gerekçesiyle ifade özgürlüğünün sınırlandığı bir toplumda, orta ve uzun vadede tam tersi sonuçlar doğması daha muhtemeldir. Şöyle ki, güçlünün, iktidarın ifade özgürlüğüne ihtiyacı yoktur, o zaten, adı üstünde, güçlüdür, istediğini söyler. “Bunu söylersem acaba şunu kızdırır mıyım?” diye düşünmesine gerek yoktur. Ama bir yerde gerçek bir ifade özgürlüğü yoksa, toplumsal anlamda dezavantajlı konumda olanlar, birçok konuda, tabiricaizse laflarını yutmak zorunda kalırlar, çünkü güçlünün hoşuna gitmeyecek şeyler söylerlerse başlarına geleceklerden korkarlar.

Sağlam temellere oturmuş bir birlikte yaşamın esas güvencesi ifade özgürlüğüdür, yani herkesin her şey hakkında fikrini özgürce söyleyebilmesidir. Konuşamamak, bastırılmak hınç yaratır. Muktedir konumuzundan dolayı bilerek veya bilmeyerek yıllarca bastırdığınız, istediğini söylemesini engellediğiniz ama sizin korkunuzdan sesini çıkaramayan kişi veya gruplar, ilk fırsatta hınçlarını eyleme dökebilirler ki bu da gayet anlaşılabilir bir durum olur. Siz de şaşırısınız, “Biz ne güzel birlikte yaşıyorduk” diye. Dolayısıyla, samimi bir birlikte yaşamın yolu, samimi ve köklü bir ifade özgürlüğünden –ve diğer hak ve özgürlüklerden– geçer.

Savcının bir başka gerekçesi de, Nişanyan’ın bu ifadeleriyle bazı insanları incitmiş olması. Philip Pullman, başlığında Hıristiyan peygamberi için hergele / alçak adam manasına gelen bir sıfat kullandığı bir roman yazmış. Kendisine bu başlığın bazı inananları incittiği söylendiğinde verdiği cevap şu: “Kimsenin, hiç incinmeyeceği bir hayat istemeye/yaşamaya hakkı yoktur” (buradaki ‘incinme’ tabirinin manevi anlamda kullanıldığını, fiziksel zararın kastedilmediğini, bilmem söylememe gerek var mı). Bence ifade özgürlüğü karşısında alınacak tavrı vurucu bir biçimde özetleyen harika bir cümle. Yetişkin bir kişi, düşüncelerinin ve inançlarının, kendisini şok edecek / incitecek biçimde eleştirilmesine tahammül etmeyi öğrenmiş kişidir. Zaten maharet, seni inciten söze özgürlük vermede değil mi? Sadece senin hoşuna giden şeyleri söyleyenleri konuşturmak ifade özgürlüğü olur mu?

İfade özgürlüğünün tek sınırı nefret suçudur, ondan başka bir önşartı, kısıtı yoktur ve bir kere daha tekrar etmek gerekirse, nefret suçu, belli bir grubu (etnik, dini, cinsel vs.) grup kimliklerinden yani salt o gruba mensubiyetlerinden dolayı aşağılayan, hedef gösteren ifadeler ve zarar veren eylemlerdir. Nişanyan da, söz konusu ifadelerinde bir grubu toptan aşağılıyor veya hedef gösteriyorsa nefret suçu işliyordur ama ben şahsen bu ifadelerden böyle bir sonuç çıkaramıyorum. Aslına bakarsanız, bu ifadelerde bir grup hakkında herhangi bir doğrudan yargı dahi göremiyorum.

Kendimi ateist olarak tanımlamam. İnsanlığın ve benim daha önemli sorunlarımız olduğunu fark ederek, Tanrı’nın varlığı-yokluğu meselesini şahsi tartışma ajandamdan ergenlik yıllarımda çıkardığım için, bir bilinmezci (agnostik), hatta ‘ilgilenmezci’ sayılabilirim. Fakat son sözüm de Türkiye’deki ateistlere: Gün bugündür. Varlığınızı, fikirlerinizi ve –haddim olmayarak söylersem– özsaygınızı korumak için ortaya çıkmanın tam zamanı gibime geliyor; ama öyle ‘bir grup ateist’ anonim kimliğiyle değil, adınızla sanınızla, isminizle cisminizle ve sözünüzle. Her şeyi de Ermenilerden beklemeyin, zaten bir avuç kaldılar ama hâlâ ‘kötü adam’ onlar oluyor. Bir kere de siz önden gidin, yol açın da, biz açtığınız özgürlük alanının tadını çıkaralım.