Ölüm tatilde buldu onu. Mis gibi bir günde, 28 Mayıs’ta, Bodrum’da… “Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar... “Mendilimde kan sesleri” diyen adamın beyni kanadı, 58 yaşında uçtu gitti.
Şairleri ölüm günlerinde hatırlamak âdetim değil. Benimki daha ziyade takvimi bahane kılmak anımsanışlarına. Ve yaşanmalarına. Çünkü şair dediğin yaşanmalı doyasıya. Her bir dizesinin hayatta, hayatınızda karşılığı olmalı. O kadar ki, o sözü bulana, bellekten dilin ucuna çağırana kadar, eksik ve huzursuz hissedesiniz kendinizi.
Kapalıçarşı’da dükkânı olan, görünüşte turistik eşya ve halı ticareti yapan ve elbette onca eşyanın arasında hep kendi anlamına dalan bir şairdi Edip Cansever. Adı güzel, ismiyle müsemma bir şairdi. Düşünsenize, sanki bir vasiyet yerine getirir gibi, ‘edip’ olup üretiyorsunuz bir ömür.
1944’te ‘İstanbul’ dergisinde yayımlanan ilk şiirinden itibaren kendi özgün dilini, giderek kâinatını aradı durdu. Denemekten korkmadı, acıyla gülümseten bir ironiyle eski kederleri yeni biçimlerde söyledi. Döngüsel zamanı, değişmez olanı mitolojik öyküleri uyarladığı bugünde gösterdi. Yeri geldi türler arasında raks etti, tiyatro oyununu, tragedyayı şiirin orta yerine buyur etti. Aşkı, ayrılığı, pişmanlığı ve yalnızlığı en güzel söyleyenlerdendi. ‘Gidemeyiş’te olduğu gibi:
Güz ve kış ve ilkbahar geçti
Yaz çarçabuk geçti
Hepsi tekrar tekrar geçtiler
Bu bana uzun geldi
Öyle olur çünkü bazen. Mevsimler gıyabında geçer. Kışlıklarınla karşılarsın Mayıs’ı ya da titrersin sonbahar akşamıyla, üzerine almayı bir türlü akıl edemediğin ceketinin yokluğunda. Günler, haftalar, aylar birbiri ardına yuvarlanır da, geçen ömrün olduğunda ve o ömürde geçmeyen bir derdin olduğunda zaman uzar. Zaman genleşir içinin boşluğunda.
Gecem avurtlarım gibi çöktü
Ve çoktum
Sabahım, sabahlarım
Kabından taşan sütler gibi büyüdü
Ve taştım
Gün güne taşındı, yıl yıla
Gitmedim, gidemedim
Böyle işte... Gecen ufalır kahrında, sabahın taşar sabırsızlığında. Beklemekten uyuşana, neyi beklediğini unutana kadar beklersin. Kararların donar, niyetin solar. Bir şey yapacaktın sahi. Gidecektin ya, gidemezsin. Kendin peşinden gelir senin.
Sonra aynı Edip Cansever en zor olanı, bir aşkın son anlarını şiir kılar. “Bitti o sevda” der.
Bitti o sevda kesildi çığlıkları martıların
Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
İtti kıyıyı adına deniz dediğimiz birşey
Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
Kaybetti kumarda gözlerim
Kaybetti kumarda gözleri.
Bir kumarsa her karşılaşma, kâğıtları her elde yeniden karılıp sil baştan dağıtılan imkânlarsa, son bir kaybediştir ayrılık. Bırakırsın, başka türlüsü mümkün demeyi bırakırsın hem de. Denenecekleri de tükettiğini haykırırsın. Aşk kadar ayrılığın da tanığı çoktur, kimse yoksa çevrede, doğa emer hüznünüzü. Tarih olursunuz paylaştığınız son anda.
Bir kuru rüzgârlandı göğüs boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekik gibi kalbim
İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.
Ağır çekimli zamanıdır hayatın. Dünya uğuldar kulağında. Ağaç bir şeyler hışırdıyordur sana, kalbinin gürültüsünden duymazsın. Kalbini de duyuramazsın ama. O yüzden gelir ya ayrılık, çaresiz kalırsın sevmelerde. Şu ya da bu sebepten, bir noktadan sonra anlamı kalmaz. O ki artık virgülde ısrarcı olamazsın. Nokta.
Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gündüzler
Gündüzler biraz azaldı.
Geçen ömrünü fark edersin sonlarla. Artık belki de hiç öyle başlayamayacak olmanın korkusu yoklar gecelerde. Korkularını karabasan eder, tekil gerçeğine uyanırsın. Günler çeker boyundan, azalır bir şeyler. Ya da sen fazla kalırsın.
Adı güzel, ismiyle müsemma bir şairdi Edip Cansever. Can gibi seven bir yalnızdı. Sayesinde en kekeme hallerimizin kelimeleri oldu. Onun dizelerine sığındık, dünyamız başımıza yıkıldığında. Biz onu söyledikçe, sonlandı dermansız bir başınalığı onun da.