KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Gönül evi

 
Gezi Parkı direnişi pek çok şey gibi, mülkiyet konusunda da dönüm noktası oldu. Ağaçları korumak üzere kitapları ve gitarlarıyla parka gelen insanlar, polisin şiddeti ve hareketin ülke geneline yayılan bir hayat hakkı isyanına dönüşmesi sonrası parkın müdavimlerine dönüştü.
 
Park sakinleri matları, uyku tulumları ve çadırlarıyla bitmek bilmez gaz bombaları ve tazyikli su saldırıları altında mekânları kadar alternatif hayatlarını da korumaya girişti. Paranın hükmünün olmadığı değiş-tokuş, paylaşma ve dayanışma üzerine kurulu bu hayat, çoğu zaman parkın ve meydanın, giderek diğer şehirlerde de farklı meydan ve ara sokakların can pazarına dönüşmesi pahasına savunuldu.
 
Tüm bunlar olurken ekranlarda ‘provokatif, marjinal grupları’n aşırılıklarına ilişkin efsaneleri ya da penguen belgesellerini izliyorduk. Haberlerin sanallığı karşısında reklam kuşağı bile daha gerçek kalıyordu. Hele kimi reklamların gösterdiği dünya, Gezi Parkı’ndaki direnişi tetikleyen yeni zaman dayatmaları olarak fena halde takdire şayandı. O yüzden gelin şu reklamlara biraz yakından bakalım hep birlikte.
 
Malûm inşaat sektörü ne zamandır atakta. Bu durumda ortalık konut reklamlarından geçmiyor. Elbette o janjanlı reklamların hiçbiri böcek muamelesiyle şehrin dışına itilen mahalle sakinlerini göstermiyor. Oysa devasa dönüşüm projeleri insanlara kendi hayatları üzerinde ne zamandır zerre söz hakkı sahibi olmadıklarını hissettirdiği için de o insanlar merkezdeki bu tek yeşil alana dört elle sarıldı ve yine tam da bu nedenle giderek o hükümsüz vatandaş olma hali bir infiale dönüştü.
 
Hal buyken, reklamdaki konut sahipleri, yeni daireleri ile birlikte bir de havalı hayat satın almış olmanın şişkin özgüveni içerisinde ekranlarda arz-ı endam ediyor. Neo-Osmanlı tarzda çakma konaklara öykünen bu model konutlarda bir adet  çekirdek aile sürekli gülümseyen yüzleri ve ‘nezih’ komşuları ile beliriyor. Üzüntü, kaygı ve korkunun giremediği steril hayatı seyre dalıyoruz.
 
Yok eğer biraz hareketlilik istiyorsanız Manhattanvari gökdelenlere buyurun. Besbelli çılgın bir gecenin ilerlemiş saatinde gevşettiği papyonu ve omzuna attığı ceketi ile son moda arabasından hışımla inen genç adam, hizmetlilerin temiz ve hazır hale getirdiği mekânının kapısını açıyor. O da ne, bu sınıfsallık şöleninde, beline kadar yırtmaçlı, badana dudaklı bir kadın erkeğini bekliyor şehvetle. İşte bu daireyi alırsanız, yaşayacağınız hayat bu. Siz bir ömür ev kredilerini ödeyedurun, sahip değil var olmanın daha kıymetli olduğunu bilemeden dünyadan göçmek var. 
 
Park sakinleri var olmanın ve birbirini var etmenin, güven ile umut duymanın bir de bolca gülmenin önemini, önceliğini anımsattı hepimize. Derken o küfürlü, mizahlı sloganlarından ayrımcı, cinsiyetçi ifadeleri temizlemeye koyuldular. İbne, kadın, orospu olmanın aşağılama değil varoluş ifade etmesinin önünü açtılar. Onlar bunu yaparken yine reklam kuşağında Galatasaray'ın yıldızı Wesley Sneijder sevdiği ve hayatını paylaştığı kadınla çıktığı meşrubat reklamında bir yandan Yengen sandviç yerken diğer yandan karşısındaki kadına atıfla 'Yengen hararet yapınca Lipton ice tea içiyorum, ferahlıyorum' diyordu.
 
Ortalığı kaplayan şuh dişiler, maharetli ev kadınları, biyonik iş kadınları arasında parka gönül veren o ışıltılı kadınları anımsatacak tek bir sahici tip bulmak mümkün değildi. İşin acı yanı, parka dair verilen haberlerin de reklam sanallığında olması, yanılsama hissini arttırdıkça arttırdı. Sonuçta herkes kendini sokağa attı, çünkü zaten içinde yaşanan ev ev olmaktan çıkmıştı.
 
Kadını, erkeği de cinsel nesne, konutları mülkiyet fetişi haline getiren bu düzende o parktan kentin her yerine yayılan o esprili, şarkılı yeni dil mucize gibi geldi. O kadar ki korkulu cesareti öğrendi insanlar. Karamsarlığa düşme pahasına korunan umudu, kaybedilip yeniden kazanılan iradeyi gösterdiler.
 
Parayla alınamayan, o yüzden çalınamayan, insanın içinde olan bir şeyleri. Gönül evini yani… Gazların altında pis tuzaklar kurulurken bir süreliğine oraya sığındık. Azıcık temiz kalalım, kendimizi anımsayalım diye.