OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Devlet geleneği... Sobe

 

Şehirli Türk üst-orta sınıf, kadim devlet geleneğiyle ve polisle tanıştı, hayırlı olsun! Bu devlet geleneği ‘sorunlarla’ nasıl baş eder, idaresi altındakilere nasıl bakar ve muamele eder, gördüler. Bunu Ermeniler biliyordu, Kürtler biliyordu, Aleviler biliyordu, dindarlar biliyordu (ama büyükçe bir kısmı unutmuş galiba), şimdi de ‘Beyaz Türkler’ öğrendi, inşallah unutmazlar. Eğer unutmazlarsa, bu, Gezi olaylarının kazanımlarından biri olur.

Bu öyle bir gelenek ki, hükümet kimde olursa olsun fazla değişmiyor. Yöneten ister Tanzimat paşaları olsun, ister Abdülhamid gibi bir despot, Kemalist tek parti veya bugünkü gibi, kendine ‘dindar muhafazakâr’ diyen bir grup olsun, hepsi ellerindeki devlet gücünü bir çekiç gibi kullanıyor ve bir çekicin yapabileceği tek şeyi yapıyorlar: Vurmak. Ama hakkını yemeyelim, bu geleneğin tek bileşeni vahşet derecesinde kaba kuvvet değil; yalan, hile, manipülasyon, geri adım atmış, uzlaşmış gibi yapıp ilk fırsatta tekrar çullanmak da repertuarında var. Çünkü bu gelenekte haktan, vicdandan ziyade, taviz vermiş, herhangi bir şeye başkasının inisiyatifiyle mebcur kalmış gibi görünmemek, hep son sözü söyleyen olmak önemlidir. Eşekten düşsen bile, kendi isteğinle inmiş gibi yapıp etrafındakileri de ona inandıracaksın. “Dik duracağız, diklenmeyeceğiz”, bu tavrın bugünkü versiyonudur.

Gezi Parkı’ındaki insanlar eylemi ne şekilde sonlandırmaya çalışacaklarını kendi aralarında tartışırken, muhtemelen de hareket tedrici bir şekilde sonlanacakken, vahşi bir müdahaleyle, devlet, cari hükümetin ağzından bir kere daha şunu söylemiştir: “Son sözü size bırakmam; bitecekse de benim istediğim şekilde biter” (bu tavrın ‘erkekliğinin’ analizini bu alanda çalışan arkadaşlara bırakıyorum). Bu, o kadim geleneğin güncel yansımasıdır. Burası yeri değil ama Osmanlı’nın son yüzyılında, birtakım somut talepler üzerinden ortaya çıkan yerel isyanların devlet müdahalesiyle nasıl ‘bağımsızlık savaşları’na dönüştüğü ile, Gezi Parkı eylemlerine iktidarın müdahalesi arasında yapılacak bir karşılaştırma çok şey anlatabilir. “Çapulcular, dış bağlantılar, provokatörler” söylemlerini bire bir o zamanlarda da görürsünüz.

Bu olaylar sonucunda yakıcı ve zor bir soru kendini bir kez daha gösterdi: Bu polisle ne yapacağız? Polis, yukarıda bahsettiğim devlet geleneğinin aygıtı olageldi hep, bugün de farklı değil, artık demokrasinin önündeki en büyük engel. Bu olaylarda da polis şiddeti ve vahşeti o kadar net, adete koskoca bir kaya gibi, ve belirleyici biçimde gözümüzün önünde duruyor ki, bunu teslim ve mahkûm etmeden kurulacak her cümle, isabetli midir değil midir bilmem ama, ahlaksız olmaya mahkûmdur. Mesela, bir aydır şahit olduğumuz polis şiddetine ‘terane’ demek çok ayıptır. Kimilerinin savunmaya çalıştığı gibi, gösterici şiddeti de dizginsiz polis şiddetinin mazareti, hafifletici sebebi olamaz.

Polis her kaydüşart altında yasayla ve orantılı güç ilkesiyle bağlıdır.

Yasalara ve orantılı güç ilkesine göre çalışmayan polis, çete olmuş olur. Biz de bugün zaten polisten devletin yasal gücünden korkar gibi değil, bir sokak çetesinden, mafyadan, gangsterlerden korkar gibi korkuyoruz. Şu son olaylar bize bir kez daha gösterdi ki onlar bize ne yaparsa polis de aynısını yapabilir. Vurabilir, 10-15 tanesi bir olup dayak atabilir, kolumuzu, bacağımızı, kafamızı kırabilir. Hatta bir sokak çetesi, yapmadığımız şeyleri yapmış, söylemediğimiz şeyleri söylemiş gibi hakkımızda kurmaca bir dosya hazırlayıp ‘hayatımızı karartamaz’ ama polis bunu da yapabilir. Bütün bunlar karşısında duyduğum en büyük his (öfkeden sonra) çaresizlik. Polisin şerrinden nereye sığınacağız? Hukuk mu? Göreceğiz bakalım, bütün bu olaylar sonucunda kaç polis ne ceza alacak? Sadece benim seyrettiğim videolara bakıldığında bile, onlarca polisin yargılanması gerektiği görülüyor. Yukarıdaki geleneğin âdeti olduğu üzre, “Soruşturma açıldı”, “Şu kadar polis açığa alındı / görev yeri değiştirildi” gibi basmakalıp laflardan başka bir şey duyacağımızı hiç zannetmiyorum. Mahkemenin Ethem Sarısülük davasındaki tutuksuzluk kararı ortada. Davanın göstermelik bir cezayla bitmesi hangimizi şaşırtır? Bir tek polise dahi fiille orantılı bir ceza vermeyeceklerdir; hepsi laf ve göstermelik olacak, çünkü bilirler ki, eğer polisleri cezalandırırlarsa bir dahaki sefere insanların üzerine salacak kimseyi bulamazlar. Kahramanlık methiyeleri boşuna değil.

Birileri bugün polis şiddetine bakıp seviniyor, mide bulandıran övgüler düzüyor, ya da en azından kendi kampına zarar gelmesin diye sesini çıkarmıyor. Ama şunu unutmamak gerekir ki, bahsettiğimiz devlet geleneği, polisin zihniyeti ve çalışma biçimi değişmediği sürece hiçbirimiz güvende değiliz. Yasalara ve orantılı güç ilkesine göre çalışmayan polis hepimiz için tehlikedir, çünkü polisle ne zaman karşı karşıya geleceğimiz belli olmaz. Düzgün bir polis teşkilatını bugün talep etmezsek yarın çok geç olabilir. Tarihin defalarca gösterdiği gibi, bugün bana, yarın sana.