OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Demokrasi, sokak, darbe

 

Türkiye acayip bir ülke. ‘Koca koca yazarlar’ iki tane soruyu sanki birbirinin karşıtıymış gibi tartışıyorlar: 1) Demokrasi seçimlerden mi ibarettir? 2) Seçimsiz demokrasi olur mu? İşin daha tuhafı, bunları cevabı çok zor sorularmış gibi tartışmaları. Meselenin benim açımdan paradoksal yanı ise, ben de ‘gereksiz’ bu tartışmaya an itibariyle katılmış oldum. Neylersin...

Öyleyse malumu ilan edelim: Demokrasi tabii ki seçimlerden ibaret değildir ve tabii ki sonuçlarına herkesin riayet edeceği seçimler olmadan demokrasi olmaz. Özgür seçimlerin demokrasinin temeli olduğu, seçim sonuçlarının hiçbir kaydüşart altında çiğnenemeyeceği, demokrasilerde hükümetlerin seçimle değişeceği, birinci sınıfta okutulan siyaset bilimine giriş kitabının doğruları. Dolayısıyla, bunların aksini iddia eden varsa anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Fakat, mezun olunmak isteniyorsa, birinci sınıftan sonra diğer sınıflar da başarıyla geçilmelidir. İşte o sınıflarda da çağdaş demokrasinin seçimlerden ibaret olmadığı ve neden olmadığı öğretilir. Öbür türlüsü çok kolay olurdu; dört-beş senede bir oyumuzu verir, birilerini hükümet yapıp evlerimize dağılır, onlar ülkeyi yönetirken, bir dahaki seçime kadar keyfimize bakardık. Gel gör ki bu, hayat denen sürecin ruhuna, mantığına aykırı. Eğer demokrasi seçimden ibaret olsaydı, ne gerek vardı bunca sivil toplum kuruluşuna, meslek örgütüne, derneğe? Ne gerek vardı bir sürü yorumcuya, yazara, kanaat önderine, fikir belirten insana? Madem demokrasi seçimden ibaret olacaktı, neden insanoğlu, siyasi hakların (seçme ve seçilme hakkı) yanı sıra, siyaset felsefesinin binlerce yıllık birikiminden süzülüp gelerek sivil hak ve özgürlükleri (ifade özgürlüğü, basın yayın özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) icat etti? Niye artık ‘demokrasi’ sözüyle yetinmeyip önüne sıfatlar koymaya başladık, ‘çoğulcu demokrasi’, ‘müzakereci demokrasi’ (deliberative democracy) gibi? Bunlar hep insanlık tecrübesi, tarih tecrübesi. “Bu kavramlar Batı icadıdır, benim işim olmaz; kahrolsun insan hakları” diyen varsa onlarla ayrı bir seans yapmak gerekir. (Bir ara Türk polisi “Kahrolsun insan hakları” sloganıyla yürüyüş yapmıştı, hatırlarsanız. İşte o polis bu polis. Artık kendilerini nasıl bir canlı türü olarak görüyorlarsa...)

Peki, demokraside şiddet içermeyen (ama sen de önce canlarına okuyup, sonra “Taş attılar” demeyeceksin) sokak hareketlerinin yeri yok mudur? Bu hareketler kategorik olarak demokrasi dışı mıdır? Kimileri aksi bir izlenim yaratmak istese de sokağın bir muhalefet mekânı olarak demokrasilerde belli bir yeri ve işlevi vardır. Birinci tercih değildir belki ama kategorik olarak reddedilemez. Geçmişte bu tür sokak eylemlerinin en güzel ve zeki örneklerini Genç Siviller vermişti (gerçi şimdi protestocu zekâsı deyince bir kısmı burun kıvırıyor, belki de yaşlandılar). Mesela 27 Nisan muhtırasını cesurca protesto etmişlerdi ve yanlış hatırlamıyorsam bunu Taksim’de yapmışlardı. Kimileri, Meclis’te yeterli ve etkin bir muhalafet olmadığı için muhalafetin sokağa kaydığını söylüyor. Bu tespit CHP özelinde doğru olmakla birlikte, sokağı itibarsızlaştırmak, gayrimeşru göstermek için kullanılamaz.

Meclis’te ‘mükemmel’ bir muhalafet olsa bile birileri pekâlâ seslerini sokakta duyurmayı tercih edebilir. Velhasıl, demokrasilerde sokak iktidarın el değiştireceği yer değildir ama insanların tercihlerini, iradelerini ve isteklerini rahatça beyan edebilecekleri bir yerdir. Bu arada, yeri gelmişken, ‘özel miting alanları’ kavramı ve uygulaması, gösteri/miting denen şeyin mantığını zerrece kavramamış bir zihnin ürünüdür. Gösteri denen şey, dikkat çekmesi, bu sebeple de hayatın akışı içinde gerçekleşmesi gereken bir eylemdir. İnsanları bir köşede izole edip, sonra da seslerini duyurmalarını beklemek, demokrasi değil, olsa olsa şark kurnazlığıdır.

Herkes AKP değil ki bir kalemde otobüslerle, gemilerle, yüzbinlerce kişi toplasın... Özel miting alanı demek, “Azsan, görülmez, duyulmaz ol” demektir. Bir miting olmuş diyeler, kırk günden sonra duyalar!

Askeri darbe meselesine gelince; darbenin ‘ama’sı, ‘fakat’ı, ‘lamı cimi’ olmaz, darbe darbedir ve aslında orta vadede, destekçileri için bile kötüdür. Bazıları, insanların gözünü iç savaşla (meşhur kardeş kavgası) korkutarak darbeyi meşrulatırmaya çalışırlar. Bir kere, böyle bir ikilemin kaçınılmaz olduğu, kasten yaratılan bir yanılsamadır. İki, darbe olsa bile gene de iç savaş çıkabilir. Böylece, hem bir darbeniz, hem de bir iç savaşınız olmuş olur.

Kaldı ki, darbenin her kaydüşart altında iç savaştan daha iyi olduğu iddia edilebilir mi? İşte, Mısır’da darbenin haftası dolmadan ölü sayısı yüzlerle ifade edilir oldu. Hani, zalim bir yönetime karşı (gerçi asker/polis olmadan o da olmaz ya) halkın silahlı direnişinin meşruiyetinden bile bahsedilebilir (örneğin John Locke’un 17. yüzyılda yaptığı gibi) ama darbenin meşruiyetinden bahsedilemez.