OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Soracaklar: “Gezi zamanı ne yapmıştı?”

 

Bir ‘Gezi fırtınası’ yaşadık. Birçokları demokratik ahlak anlamında bu fırtınadan ‘sağ çıkamadı’ ve ‘gemiyi kayalıklara vurdurdu’. Bundan sonra fikri samimiyetlerine ister istemez kuşkuyla bakılacaktır.

Onlar ki Gezi’nin ‘saf kötülük’ten ibaret olduğunu kanıtlamak için tarihin kırk deresinden kırk kaşık su getirip, bu ‘kötülük çiçeği’ni sulayacak bir çanak su toplamak için kırk takla attılar, meseleye siyaset sosyolojisinin temel ve basit dinamikleri açısından bakmaya tenezzül etmediler. Örneğin, Gezi bize bir kere daha hatırlattı ki, yönetenle yönetilen arasında işin doğası gereği bir gerilim vardır; zira yönetmek ve yönetilmek, son tahlilde, birilerinin başka birileri tarafından bazı eylemlere veya eylemsizliklere mecbur bırakılmasıdır. Demokrasi, birçok başka hasletinin yanı sıra, bu gerilimin minimum olacağı (hiçbir zaman sıfır olmayacaktır) ve en iyi yönetilebileceği düşünülen bir rejim olması sebebiyle de makbul sayılır. Bu gerilimin idaresinin baş sorumlusu da yönetilen değil, yönetendir, çünkü iktidar, yetki ve imkân ondadır. Bu noktada devletle, yani yönetenle diğerleri arasında sorumluluklar açısından bir eşitlik veya simetri kurulamaz. Demokratik tavır, yönetene temkinli yaklaşır, yönetenlerin ağzından çıkan her söze inanmaya dünden teşne olmaz. Bu, iktidarın o veya bu partide olmasıyla değişen bir durum da değildir ve bütün ülkeler için geçerlidir.

Gezi, sözünü ettiğimiz gerilimin kontrolden çıkmasıdır ve bunun baş sorumlusunu aramak için çok düşünmeye gerek yok. Gelin görün ki, insanların gözüne kum atmaya çalışan birçok yazı ve yorum okuduk, okuyoruz. Naçizane tavsiyem, “Olaylar neden ve nasıl çıktı, niye büyüdü?” sorularına cevap verirken, Başbakan’ın, onun hükümetinin ve bürokratlarının sözlerine ve eylemlerine, belirleyici, merkezi bir rol vermeyen bütün Gezi anlatılarını çöpe atmanız. Protestolara katılan kitlenin tarihi, sosyolojik profili, ideolojisi, daha doğrusu ideolojileri ayrı konu.

Gezi’de hiç mi ‘yanlış’ yok? Olmaz olur mu. Böyle kitlesel sokak hareketleri bir kere başladıktan, yani yukarıda sözünü ettiğimiz gerilim kontrolden çıktıktan sonra, sokağa çıkmış yüzbinlerce kişinin sadece bizim hoşlanacağımız, her konuda hemfikir olacağımız insanlardan oluşması beklenemez. İnsanlara birileri, ‘siyasi olgunluk testi’ yapacak ve testi geçenleri mi sokağa bırakacak? Kendine özgürlükçü demokrat diyen kimse, devlet aygıtı birilerinin kafasını fütursuzca ve vahşice kırarken “Acaba o kafada hangi fikirler var?” diye düşünmez, itiraz eder.

Demokratlık, yalnız teoriyle olmaz; belli anlarda belli tutumları (ve evet belki biraz da safça) almak da gerekir. Partilerle sınırlı olmayan iktidar denen ‘şey’ insanların üzerine kanunsuzca, zalimce çullanmışsa, iktidarın ve muhaliflerinin nereden geldiğinin, ne olduğunun analizi sonranın işidir. İlk önce eziyet bitecek. Zamanında, Filistin’de taş atan çocukların üzerine tanklar sürülürken, kolları taşlarla vura vura kırılırken, “Ama onlar da taş atıyor”, “O çocukları kullanıyorlar” diyenlerden olmadık. O anda “Çocuk mu haklı, tank mı?”, “Bu tank durursa Filistin sorununa etkisi ne olur?” diye düşünmeden, “O tank duracak, o kol kırılmayacak” dedik.

Yanlış anlamaya istekli olanlar olabilir diye şunu belirteyim ki, bunları söyleyerek Filistin Sorunu ile Gezi’nin birbirine benzediğini söylüyor veya aktörlerini eşitliyor değilim; bunlar demokratik tavır denen tutumun hangi anlarda, ne şekilde tezahür edeceğine dair farklı ama aynı istikametteki örneklerdir sadece. Dolayısıyla, Gezi’de yaşanan devlet ve polis zulmüne, Başbakan’ın tavrına, meseleyi ele alış biçimine, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde, amasız, fakatsız, yumuşatmadan, geçiştirmeden, net olarak itiraz et, haykır; ondan sonra istersen Gezi hareketinin neden yanlış bir hareket olduğunu anlatmaya, değil Demokrat Parti’den, Tanzimat’tan, istersen Neolitik Çağ’dan başla, dinlerim ve hatta belki ikna da olurum. Ama onbinlerce insan sokakta böcek gibi gazlanırken, evlerin içine içine gaz bombaları atılırken, insanlar amansızca dövülürken, bana bunları mazur ve meşru göstermeye çalışma, hedef saptırma, beni aptal yerine koyma.

Bazı yorumcular ısrarla görmezden gelse de, Gezi’nin farklı toplum kesimlerinin birbiriyle teması ve diyaloğu için bir kapı araladığı görünüyor. Yeryüzü sofraları veya park forumları bunun örnekleri. Birileri, bu gibi hareketlerin yüzeysel ve geçici olduğunu, dolayısıyla somut bir sonuç doğurmayacağını düşünüyor olabilir; buradan kayda değer bir değişim çıkıp çıkmayacağını zaman gösterecek. Çıkar veya çıkmaz; fakat, her zaman ve tamamiyle haklı çıkmak uğruna, dolayısıyla Gezi’den filizlenecek her olumlu işi ezmek saikiyle bu gibi insani temas çabalarını aşağılamak, küçümsemek, artık içi çürümüşlüğün işareti olmalı. Ve var böyleleri maalesef.