OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Tarihe takla attırmak

Devletlerin –ve diğer aktörlerin– tarihi kendi güncel çıkarları uğruna eğip bükerek, mevcut iktidarlarını muhafaza etmek ve sağlamlaştırmak amacıyla kullandıkları, bilinen bir durumdur. Türk devlet ricali bu konuda özellikle mahirdir. Cumhuriyet tarihi boyunca bunun pek çok örneğini gördük. AKP hükümetleri son yıllara kadar bu konuda evveliyata kıyasla daha olumlu bir tutum izlemiş, tarihle hesaplaşma konusunda daha cesur olacağının sinyallerini vermişti. Geçmişte Hıristiyanlara ve Musevilere yapılanların faşistçe olduğunun ifade edilmesi, Dersim katliamına dair söylenenler –bağcı CHP’yi dövmek motivasyonuyla da olsa– bu yönde olumlu adımlardı.

Gel gelelim, AKP’nin devletleşmesiyle birlikte, tarihi ‘çıkarlara ve ideolojiye göre kullanma’ konusunda da tipik devlet tavrına girilmeye başlandı. 2071 vizyonu, Alparslan fetişizmi hep bunun emareleri. Başbakan 14 Eylül’de Adıyaman’da havalimanı açılışında yaptığı konuşmada buna başka örnekler verdi. Suriye’de “Savaşa hayır” diyenlere cevap olarak “Sen Çanakkale’de ‘Savaşa hayır’ diyebildin mi? Çanakkale’de Haçlı zihniyetine karşı hayır diyebildin mi?” diye sordu. Bu sözlerin yorumuna geçmeden önce açıkça belirteyim ki, bu yazı Suriye’de izlenen veya izlenmesi gereken politikaya dair bir yazı değildir. Oradaki durum maalesef o kadar kötüleşti ki, ne yaparsanız yapın ve hatta isterseniz hiçbir şey yapmayın, ahlaki anlamda ‘temiz’ kalmak çok zor, ama o sebeple ama bu sebeple vebal altında kalmak kaçınılmaz gibi. Yalnız, olayların bu raddeye gelmesinde Türkiye’nin dış politikasının, tek değil ama önemli bir etken olduğunu söyleyebilmek için de uluslararası ilişkiler alanında doktora derecesine sahip olmaya gerek yoktur herhalde.

Dönelim Başbakan’ın tarihi manipüle eden Çanakkale yorumlarına. Bir kere, bu laflar fena halde Onur Öymen’i çağrıştırıyor. Ne ironiktir ki, Erdoğan’ın “Analar ağlamasın” sözüne, Öymen de Erdoğan’ın yaptığı gibi, bir soruyla karşılık verip, “Dersim’de analar ağlamadı mı?” demişti. Yani ikisi de bugünkü bir savaş seçeneğini tarihten şahit göstererek meşrulaştırmaya çalışıyor, “Mecbur kalırsanız savaşılır” demeye getiriyorlar. Yalnız, Çanakkale örneği Başbakan’ın amacı açısından da kötü bir örnek. Sanki Çanakkale’yi mecbur kalınmış bir savaş olarak göstermeye çalışıyor; oysa Çanakkale I. Dünya Savaşı’nın bir ayağıdır. O hangi savaş? Enver-Talat-Cemal cuntasının (evet, cuntadır) ‘bir koyup üç almak’ uğruna, memleketi binbir oyunla soktukları savaş. Başbakan’ın ima ettiğinin aksine, tam da o gün, bu üçlünün oyununu bozarak, bu savaşa hayır diyebilecek, güçlü bir kamuoyu ve entelijensiya olsaydı ne Çanakkale olurdu, ne Yemen, ne Sarıkamış! Ne de o kadar trajedi yaşanırdı. Hadi kabul edelim, an gelir savaş seni bulur, kaçamazsın, ama Çanakkale Savaşı o savaş değil. Ama Başbakan Çanakkale Savaşı’nın ‘aura’sından faydalanarak olası bir Suriye müdahalesine prim yapmaya çalışıyor. Üstüne üstlük, bu savaşı Haçlı zihniyetiyle tanımlamaya çalışıyor. Çanakkale’de Alman generalin komutanlığında ve Alman subaylarla birlikte Haçlılara karşı savaş nasıl oluyor, onu bilemedim. Üstelik müttefiklerin saflarında Müslüman askerler, Osmanlı saflarında Hıristiyan ve Musevi vatandaşlar varken... Ne kadar ilginç, Kemalist ideoloji de Çanakkale savaşında Osmanlı ordusundaki Ermeni, Rum, Musevi askerleri görmezden geliyordu. Demek ki düşman kardeşlerin de ortak noktaları varmış.

Başbakan Erdoğan, bir de, “O gün bizim yanımızda kimler vardı? Suriyeli Müslümanlar kardeşlerimiz vardı” diyor. Bunu duyan, o zaman Suriye diye ayrı bir ülke vardı, Osmanlı’nın yardımına geldi zanneder. Böylece, bu mantığa göre şimdi ‘biz’ de ‘onlar’ın yanında savaşarak borcumuzu ödeyeceğiz. Gel gör ki o zaman biz-onlar diye bir durum yok; o bölgelerden gelen insanlar da diğer vilayetlerden olanlar gibi, mensubu oldukları devletin ordusunda görev alıyorlar, daha olağan ne olabilir? Dolayısıyla, “Yanımızda Trabzonlu/Harputlu/Erzurumlu... Müslüman kardeşlerimiz vardı” demek ne kadar anlamlıysa, “Yanımızda Suriyeli Müslüman kardeşlerimiz vardı” demek de o kadar anlamlı. Tekrar ediyorum, bugün Suriye’de olup bitene sessiz kalmamak, bir şekilde müdahil olmayı önermek ayrı (olabilir, tartışılır, ölçülür biçilir), bu politikanıza destek toplamak için tarihe takla attırmak ayrı. Evet, hepimiz Suriye halkına borçluyuz, oradaki trajediyi ortadan kaldırmak, el vermek hepimizin boynunun borcu ama dedeleri Çanakkale’de savaştı diye değil; çünkü onlar insan ve hiçbir insan bunları yaşamamalı. Ne yani, Çanakkale’de, günümüzde Suriye diye anılan coğrafyadan insanlar hasbelkader savaşmamış olsaydı, bugün o insanlarla ilgilenmeyecek miydik? Tabii ki hayır. Öyleyse Çanakkale vurgusu neden? İşte bunlar hep manipülasyon...

Çanakkale Savaşı’nı uzun zaman emperyalizme karşı Türk milli mücadelesi olarak dinledik, anlaşılan şimdi de bir müddet Müslüman birliğinin Haçlı Avrupa’ya karşı kutsal mücadelesi olarak dinleyeceğiz. Kader... İnsanın çilesi ölmeden dolmazmış.