OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Başbakan ve komşular el ele... Nereye?

Başbakan’ı, dış politikadan Kürt meselesine, kalkınma anlayışından enerji politikasına kadar birçok konuda eleştirebilir veya savunabilirsiniz. Fakat, şirazesinden en çok çıktığı, en tevil götürmez lafları ettiği alan kadına bakış, kadın-erkek ilişkileri, cinsellik ve aile konuları oluyor. O kadar ki, Başbakan’ın döküp saçtıklarını temizlemeye yeminli süpürgeci kalemler bile iş bu laflara gelince ya bocalıyor, ya seslerini çıkarmıyorlar. Bu konuların daha keskin biçimde öne çıkmasında aslında şaşıracak bir durum yok, çünkü muhafazakârlık denen anlayış siyasi alanda kendini daha ziyade pragmatizm olarak gösterirken, asıl şekillendiği, ‘tavizsiz’ ilkelerinin ortaya çıktığı alan, yukarıdaki konuları da kapsayan kültür alanıdır. Başka deyişle, günlük hayatın değer ve normlarının vücut bulduğu alanda muhafazakârlık, amiyane tabirle ‘kabak gibi’ ortaya çıkar. Bu ortaya çıkma biçimi de, gene bu ideolojinin yapısı gereği, kişilerin özgürlüklerini, tercihlerini kısıtlayıcı şekilde olur.

Nitekim Başbakan, “Kim kızının başkasının kucağına oturmasını ister?” şeklindeki, çok, mesela birini dikizcilikle suçlamak kadar çok, yakışıksız sözü daha hafızalardayken, bu haftaki grup toplantısında kız ve erkek üniversite öğrencilerinin aynı evlerde kalması konusuna, porselen dükkânına dalan fil gibi girdi. Önce, AKP’nin Kızılcahamam kampında söylendiği iddia edilen ama kurmayları tarafından yalanlanan bu sözlere, Başbakan, ‘delikanlı’ imajına halel getirmemek uğruna sahip çıktı. Ayrıca, tıpkı Gezi’yi patlatan “Ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik, verdiğimiz gibi de bunu işleyeceğiz” sözlerine tavır olarak çok benzeyen bir şekilde “Efendim, bazı gazeteler şöyle yazmış, köşe yazarları böyle yazmış, ne yazarlarsa yazsınlar” dedi. Bu tavrın iyi sonuçlar doğurmadığını görmüş olması beklenirken, kimi ‘kendi mahallesinden’ olmak üzere o kadar da uyaran olmasına rağmen, o hâlâ “Dediğim dedik, çaldığım düdük” tavrından vazgeçmiyor. Yarın kalabalıklar, onun bu sözlerini ve tavrını protesto etmek isteseler, bu sefer de birileri “Vay, ülkeyi yönetilemez hale getirmek istiyorlar” diye feryat edecekler. E, bu sözleri Başbakan’a onlar mı söyletiyor?

Konuşmasında bu konuda kurduğu cümlelerin neredeyse hepsi sorunlu. Örneğin, “Dünyada eğitim öğretim psikolojisinin içerisinde bile bunun verimlilik açısından hiçbir zaman izahı yapılamaz” diyor. Bu kadar iddialı ve kesin bir yargıyı, üstelik dünya ölçeğinde ileri sürmenin dayanağı nedir? Bu konuda yapılmış kontrollü deneyler mi varmış? Kaldı ki, tam olarak ne denmek isteniyor? Ne zaman ki kızlar erkekler birbirini görüyor, temas ediyor, ne konsantrasyon kalıyor, ne verimlilik; bu mudur? Diyelim ki bu doğru, e öyleyse asıl sorun bu değil mi? Bizim “Neden böyle, neden 18-20 yaşına gelmiş insanlar bu ülkede kendi cinsellikleriyle ve bu bağlamda diğer insanlarla sağlıklı bir ilişki kuramıyorlar?” sorusunu sormamız gerekmiyor mu? Gel gör ki, iktidarın temsilcisi olduğu, toplumda da geniş tabanı olan (evet işte o komşular) zihniyet, “Ateşle barut yan yana durmaz” sığlığından öteye geçemiyor.

Devam ediyor: “Buralarda (öğrenci evlerinde) bütün güvenlik güçlerimize, emniyete, valiliklerimize gelen istihbari bilgiler var ve bu istihbari bilgilerle de valiliklerimiz bu durumlara müdahale ediyorlar.” İstihbari bilgi derken kast edilen nedir, müdahale edilen eylemler hangileridir? Komşuların ihbar ettiği tam olarak nedir? Türk Ceza Kanunu’ndaki hangi madde, yetişkin insanların kızlı erkekli aynı evde kalması üzerinden bir suç tanımlıyor? Yok, kast edilen, kız veya erkek olmakla doğrudan bağlantılı olmayan suç örgütü, uyuşturucu ticareti gibi eylemlerse, o zaman neden bu bağlamda zikrediliyor? Hepsini geçtim, kızlı erkekli aynı evde kalan üniversite öğrencilerini böyle toplu hedef göstermeye kimsenin hakkı yok. Hele Başbakan konumundaki bir insanın, lafını iki kere değil birkaç kere tartması lazım.

Ortada cebir, tehdit, şantaj, etrafa rahatsızlık olmadığı müddetçe (yatak gıcırdıyorsa yağlayın, komşuların uykusu bölünmesin), kızlı erkekli yetişkin üniversite öğrencilerinin veya öğrenci olmayanların evlerinde, ister ‘düz’ ister ‘karmakarışık’, ne yaptıkları, ne devletin, ne bir başbakanın, ne de komşuların üstüne vazifedir. Üstüne üstlük, anne babaların bile ayrı bir birey olan çocukları üzerindeki salahiyetlerinin sınırları tartışmaya açıkken, Başbakan anne babaların kendisine çocuklarının cinsel hayatının düzenleyicisi rolü verdiği sonucunu nasıl çıkarıyor? Bunu isteyen olabilir ama istemeyen de olabilir. İsteyenler Başbakan’a noterden şahsi vekâletname verip çocuklarına vasi tayin etsinler.

Bu tür endazeye gelmez lafların genel anlamda siyasi tartışmaya ve Türkiye’deki düşünce hayatına şöyle bir zararı da var: Ben de dahil olmak üzere bazı kişiler, Türkiye’deki tartışmaların sağlıksız bir biçimde Başbakan nefreti ve hayranlığı arasına sıkıştığını söyleyegeldiler ve bu, anlamlı kavramsal tartışmanın önünü kapatan bir etken. Fakat, Başbakan bu tür çıkışlarıyla, bilerek veya bilmeyerek bu durumu körüklüyor; zira böyle kabul edilemez sözlerden sonra insanlara yapılan itidal, soğukkanlı değerlendirme çağrılarının etkili olması zorlaşıyor. Başbakan kendisi hakkındaki sevgi-nefret ikiliğini isteyerek körüklüyorsa, başarıyor ama vebali boynuna.