KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Kan ile kantaşı

Marsilya Kuzey Akdeniz demek. Akdeniz’in kuzeyi mi olur demeyin. Orada dalgalar daha hırçın. Marsilya’da hayat düzenli ama şehir takıntılı bir düzen düşkünlüğü göstermiyor. Pis olmaya da hata yapmaya da yer var. Grevi bol, gürültüsü çeşitli, kokuları baskın bir liman şehri burası. Çok gün görmüş bir hali var. Her yer mültecilerle, bugünün şehir sakini olan eski göçmenlerle dolu. Dolayısıyla kimsenin kimseye ev sahipliği taslayacağı da yok.

Marsilya 1915 cehenneminden canını zorlukla kurtarmış Ermenilere, onların çocuklarına, torunlarına da kucak açmış önemli Diaspora merkezlerinden biri aynı zamanda. Ve Diaspora demek siyaset demek. Bu gerçeği fotoğraf sanatçısı Kathryn Cook’un sergisi için düzenlenen panelde bir kez daha anlıyorum. ‘Ağaçların Hafızası’ başlıklı sergi, Anadolu’da silinmiş Ermeni izlerini arayan Cook’un simgesel, şiirsel bir dille yansıttığı kaybedilmiş geçmiş ile süregelmekte olan şimdiki hayata dair  imgelerden oluşuyor. Çoğu zaman üst üste binmiş görüntüler, gölge ve metaforlar suskunluğa ve yalana mahkûm edilmiş koca bir tarihi açık ediyor önümüzde. İnkârın olduğu yerde bir el, bir bakış, yüzyıllık ağaçlar, rüzgâr, kuşlar konuşur ne de olsa susulanı.

Marsilya’daki Avrupa ve Akdeniz Medeniyetleri Müzesi MuCEM’in kuratörlerinden Thierry Fabre’ın yönetiminde düzenlenen panelde Kathryn Cook ve benimle birlikte Le Monde’un Türkiye temsilcisi Guillaume Perrier ve Marsilya Belediye Meclisi üyesi Pascal Chamassian da konuşmacı olarak yer aldı. Esas konu elbette Cook’un sergisi ve fotoğraf sanatının imkânlarıyla sorguladığı zorlu bir tarihti. Şiirsel dilin sloganlara hiç gönül indirmeden nasıl da siyasi olabileceğinden, sözün hükümsüz kılındığı noktada imgelere sığdırılan hikâyelerden bahsettim. Ama elbet bunlarla sınırlı kalmadı. Çünkü orası Marsilyaydı. Ve her buluşmanın gizli öznesi Türkiye’nin ta kendisiydi.

Diaspora Ermenilerden bir hayli fazla sayıda izleyici olması, soruların bir süre sonra Türkiye siyasetine yoğunlaşmasını da beraberinde getirdi. Hele de karşıda bir Türkiyeli Ermeni olunca, konu döndü dolaştı Türkiye’nin Ermeni meselesi siyasetine kilitlendi. O zaman ben de bir şeyi bilmekle yaşamanın iki farklı şey olduğunu bir kez daha kavradım. Diaspora Ermenileri gerçekten Türkiye’yi tanımak ve niyetini anlamak istiyorlar. Soruların duygusal ağırlığı, fikri takipteki süreklilik bile bir başına çok şey anlatıyor. Ve aslında Ermeni dünyasının da kendi içinde ne kadar çok konuşmaya ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor.

İstediğin kadar yabancı dillere hakim ol, Türkiye’nin çelişik hallerini çevirmeye çalışmak pek zorlu bir mesai. Bir yandan 1915’te kökü kazınmış bir halk var, onun kalan kadarının Cumhuriyet tarihinin değişik dönemeçlerinde süregiden ayrımcı, haksız uygulamalarla her seferinde bir kez daha vatandaştan sayılmadığını, güvenilmez yabancı olarak kodlandığını kavraması var. Bitmeyen göçler ve dinmeyen hasret var. Hasret ama nereye? Artık hiç olmayan bir masal memlekete mi?

Yakın dönemin son ses ihtimali olarak belirmiş Hrant Dink’in öldürülüşünü, dört gün sonra yüzbinlerle uğurlanışını, özür dilerim kampanyasını, cinayet davasındaki skandalları, 24 Nisan anmalarında Diaspora, Ermenistan ve Türkiyelilerin buluşmasını, medya üzerindeki baskıları, Kürt sorununda beliren umudu ve bıçak sırtı dengeleri, son Müslümanlaş(tırıl) mış Ermeniler konferansının tabu kırıcı ve gelecek kurucu tarihi önemini bir arada anlatmaya çalışmak pek zor. Pek zor ama pek de gerekli. Çünkü soykırımın tanınması beklentisinin kendisi de aslında umudun ve güven duyma ihtiyacının emaresi: Artık farklı olacak. Geçmişte yaşatılan bu zulmün idraki tekrarlarından koruyacak herkesi.

Ve tersi de geçerli. O ilk inkâr, yeni kötülük katmanlarına vesile oldu. Birbiriyle göbek bağıyla bağlı Kürt ve Ermeni meseleleri bunun en çarpıcı örneği olarak halen önümüzde duruyor. Kapalı Ermenistan sınırı, en yakın komşuyu hortlaklaştırırken, gönül bağına kastedilmiş, öfkeye mahkûm edilmiş Diaspora da açık yarasıyla kaldı. Hepimiz kanadık o yaradan. Buluşunca hem o çok kana, hem de kantaşının elimizde olduğuna aydık bir kez daha. Konuşmalar bitti, kucaklaştık. Başka ne yapacaktık?...