KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Yanan sorular, yakan sorular

Belki de en çok bundan istemezler soru sormamızı. Her soru hakikate bir çağrıdır. Ve doğru, can yakar. Buzun teni yakması gibi. Dokunduğun yerden açılırsın.

'Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler' başlıklı bir kitap, zaslında diliçi çeviriyle başka bir şey der: “Ey insanlık diyeceklerim var, duymaya hazır mısınız?”

Zülal Kılıç'ın çevirisiyle Aras Yayıncılık'tan çıkan şair ve yazar Levon Zaven Sürmelyan'ın kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak yazdığı otobiyografik roman, on yaşındaki Levon'un cennet çocukluğunun çalındığı döneme ışınlıyor bizi. Öncesi artık tahayyül bile edilemeyen bir masal dünyası.Trabzonlu Ermeni bir ailenin, eczacı Garabet ile Zvart'ın çocukları Yevkine, Onnig, Nvart ve Levonla kurdukları vaha. Hıristiyan bayramlarının topluca coşkuyla kutlandığı, esnafın birbirini tanıdığı ama bir yandan da siyasi ortamın giderek keskinleştiği günler. Ve derken annesi tarfından kurtulsun diye Amerikan misyoner okuluna bırakıldığı gün büyüyen o çocuk.

Sürmelyan, 1915'in insanlık dışı girdabında savrulan ve darma duman olan bir ailenin hikâyesi eşliğinde hiçbir tarih kitabının yapamayacağı açıklıkta küçük insanların hayatlarını dinamitleyen o büyük siyasi zamanları paylaşıyor.

William Saroyan'ı bu kitaba önsöz yazmaya iten de o içerden bakışın, o karşı konulmaz masumiyetin ta kendisi. “Burada ilk kez, bizzat o çocukların birinden, tüm öykü anlatılıyor. Onların yaşamları değişse de dünyaları yok edildi” diyen usta yazar şu tespitte bulunmuş: “Leon Z. Surmeilan eski memleketten Amerika'a geldi ve yaşamının yıkık efsanesini tamire koyuldu. Bu içinde nefret olmayan bir hikâyedir, çünkü nefret ve ölüm birbirlerinin eşidir; oysa bu, yaşamın hikâyesidir.”

Küçük bir prens gibi yaşadığı evinden, sevdiklerinden koparılan Levon Trabzon'dan Gürcistan'a, Sovyet Rusya'dan Ermenistan'a ve İstanbul'dan ABD'ye uzanan ölüm-kalım yolculuğuna çıkarken babasının gerektiğinde içmeleri için verdiği zehirle, açlıkla, kaçaklıkla kerelerce kıyısına geldiği ölümden inadına yeni bir hayat devşirmeyi başarır.

Ama çok bedelli bir yeni hayattır bu. O kadar ki yıllar sonra bir yılbaşı gecesiyle olgun yaşındaki Levon'u çocukluğunun labirentinde çaresiz bir kederle kaybolmuş, bize o can yakıcı soruları sorarken buluruz: “Soruyorum size; birlikte büyüdüğünüz çocuklar, acıyı ve neşeyi, açlığı ve sefaleti paylaştığınız dostlar, rüya çağınızda sizinle hayal kuranlar, hepsi gitmiş, kaybolmuşsa, ne yapabilirsiniz yılbaşı gecesi özgür ve mutlu Amerika'da?..Affedin beni, hanımlar ve beyler... Bir içki daha içmeliyim.”

İçtikçe daha da berraklaşır yitik zaman resimleri:“Bir zamanlar Kurtarıcı'ya adanmış Vank adlı bir manastır var olmuşsa ve o Kurtarıcı halkını kurtaramamışsa, insan ne yapabilir yılbaşı akşamında? Vank bir tepenin üstüne kurulmuş, bir hisar gibi dayanıklı surlarla çevrilmişti; Karadeniz'den Tebriz'e uzanan altın yolda gidip gelen iki hörgüçlü deve kervanlarının dinlendiği, Ksenophon'un karargâhına bakardı. Köylerden gelen erkek hacılar, göğüslerinde iki fişek cebiye bezenmiş, dar ceketler ve poturlar giyiyorlardı. Kadınlar şarap renkli kadifelerden ve yeşik ipeklilerden muhteşem kıyafetler içindeydiler.”

Levon nice badireleri atlatıp da eski evine vardığında bir hayaletle karşılaşacaktır. O metruk evin tarifi, ölüm yolculuğuna çıkarılmışların imgeleriyle örtüşür: “Taş holde durup çevreme baktım. Bomboştu, bir kabrin duvarları kadar boş. Hepsi bu büyük hole açılan yemek odası kapısı, oturma odası kapısı, mutfak kapısı, misafir odası kapısı canlı gözleri oyulmuş göz çukurları gibi, boş, sabit, sıska bakışlarla bakıyorlardı. Bütün odaların boş ve ölü olduğunu görebiliyordum.”

Neden sonra artık boşaltılmış Ermeni evlerinden çıkan ganimetlerin yığıldığı kilisede kendi aile fotoğrafına rastlar Levon. Bu aynı zamanda kitabın kapağındaki fotoğraftır. “Kolalı, beyaz, devrik yakalı ve dalgalı kravatlı, elinde bir çember tutan küçük oğlan gerçekten ben miydim? Binlerce yıl önceki, yedi yaşındaki görüntüme bakarken buna inanmakta zorluk çektim...”

Biz de zorlanırız ve o çocuğu çok severiz çünkü o bütün yanan ve yakan sorularıyla hâlâ en çok annesini özlemektedir. Sarılmak gerekir.