OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Devlet sırrı halk düşmanıdır

MGK ve MİT’in fişleme belgelerinin faş olmasıyla birlikte ‘devlet sırrı’ kavramı bir kere daha gündemimize geldi. Her defasında bir korkutma aracı olarak kullanılan kavram, muktedirler tarafından, ikiz kardeşi ‘vatana ihanet’ ile beraber bu sefer de hemen dolaşıma sokuldu. Verilen tepkiler tamamen aynı olmasa da, birkaç senedir Wikileaks ve daha yakın zamanda Edward Snowden tarafından sızdırılan çeşitli ‘gizli’ belgeler Amerikan devletini de öfke ve paniğe sevk etti. Bu zincire Reyhanlı saldırısıyla ilgili sızan/sızdırılan belgeyi de ekleyin. Birbiriyle ilgisiz gibi görünen bu vakaların, devlet denen ‘şey’e dair bazı sonuçlar çıkarmak için beraber ele alınabilecek örnekler olduğu fikrindeyim. Bu amaçla da, bu ifşaatlara ve ona verilen tepkilere, konjonktürel ilişki ve aktörler bağlamından ziyade, sıkıcı olma riskini de göze alarak, daha makro ve teorik açıdan bakmayı tercih edeceğim.

Başka sınıflandırmaların yanı sıra devlet hakkındaki yaklaşımları iki ana kategoride ele almak mümkün. Yerimiz bunları bütün ayrıntılarıyla ele almaya müsait değil ama kabaca şöyle tarif edebiliriz: Birinci yaklaşım devleti, toplumdaki yani alttaki güç ilişkilerinin, çatışmaların yukarıya yansıması olarak değerlendirir. Gerek Marksist, gerek liberal devlet anlayışı buna örnek teşkil eder. Birincisinde devlet, kapitalist toplumda hâkim olan burjuva sınıfının bir uzantısıdır; çok bilinen ifadeyle “burjuvazinin yönetim kuruludur”. Liberal teori de devleti, toplumdaki çıkar gruplarının sivil toplum örgütleri, lobiler vasıtasıyla yürüttüğü mücadelenin sonucunun ete kemiğe büründüğü alan olarak tarif eder. İkinci yaklaşım ise devlete bir otonomi atfeder. Yani, devlet sosyal ilişkilerin, grupların üzerinde, onlardan etkilenmekten ziyade onları yönlendiren, şekillendiren bir güçtür. Başka bir deyişle toplumsal ilişkilerin bir türevi değil, başlı başına bir aktördür. Konumuz o değil ama Osmanlı-Türk tarihine aşina olanlar, bu tarih boyunca karşılaşılan devlete bakarak muhtemelen tercihlerini ikinci kategoriden yana yapacaklardır, zira malumdur ki bu devlet, kontrolü kaçırdığı kimi dönemler hariç, merkezileşmeyi başarmış birinci belirleyen olagelmiştir.

Tabii, bu iki kategoriyi mutlak anlamda düşünmemek de mümkün, yani devlet denen yapıyı bu ikisinin ağırlık payları zamana ve mekâna göre değişen bir kombinasyonu olarak da tespit ve tarif edebiliriz. Başka bir deyişle, bir dönem olur ki devlet toplumsal ilişkilere ve bunların etkilerine nispeten daha açık hale gelirken, başka bir dönem otonomisini artırabilir. Modern zamanlar, modern öncesine göre devletin gücünü, dolayısıyla otonomisini artırdığı bir çağdır. Bu, devlet ile yerel ve küresel sermaye arasında ilişki hatta işbirliği olmadığı anlamına gelmez ama gelişen teknolojinin de sayesinde modern devletin eli kolu çok uzamış, yönetimi altındakileri kontrol etmeye, izlemeye, kayıt altına almaya kendinden önceki hiçbir devlet şeklinin olmadığı kadar muktedir hale gelmiştir. Modern devlet her şeyi bilmek isteyen devlettir. Nufüs sayımları, kamuoyu yoklamaları, haritalar, hatta sosyal bilim adı verilen disiplinler hep bu bilme motivasyonunun ürünleridir. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi ise artık devletin kontrol etme, izleme işinin hem bu saydığım ‘açık’ yöntemlerle, hem de gizili kapaklı yollardan şahikasına vardığı bir dönemdir. Artık devlet, neredeyse her birimizi az veya çok şahsen tanır; doğumumuzdan son nefesimize kadar, hatta daha sonra mezarımıza gömüldüğümüzde bile kayıt altına alır (Arapça kökenli ‘kayıt’ kelimesinin aynı zamanda ‘bağlama’, ‘zincire vurma’ manasına geldiğini hatırlatırım; yani hepimiz modern devletin pranga mahkûmlarıyız).

Devlet, aleni izleme ve kayıt altına alma faaliyetlerini ‘kamu düzenini sağlama’ gerekçesiyle meşrulaştırırken, gizli kapaklı işlerini de bizi ‘iç ve dış düşmanlardan korumak’ için gizli kalması gereken ‘devlet sırrı’ kavramıyla meşrulaştırır. Yani, bütün bu izleme faaliyetlerinin ‘hepimizin iyiliği için’ olduğuna bizi ikna etmeye çalışır. ‘Devlet sırrı’ denince akan suların durması, hepimizin “Tamam o zaman” diyerek var olanı kabullenmemiz beklenir. Siyasetçiler, bürokratlar istedikleri kararları alıp uygulayacaklar ama biz onların bizim bilmemizi istedikleri kadarını bileceğiz. Devletlü takımının arzusu budur.

Uzun lafın kısası, halkın içinden ve halk için organize olduğu iddia edilen devlet, halk düşmanı olmaya son derece yatkın bir teşkilatlanma biçimidir. Bu sadece o veya bu devletle ilgili bir durum da değildir. Tabii, demokratik ülkeler, zaten bu ihtimali minimuma indirdikleri için de demokratiktirler aynı zamanda; ama öte yandan, her devlet yozlaşmaya teşnedir. Bunu engellemenin yolu tam şeffaflık, devletin halkı kontrol ettiği kadar halkın da devleti kontrol edebilmesidir. Bunun birinci adımı da, devlet sırrı gibi meşruiyeti kendinden menkul kavramları reddetmekten geçer. Dolayısıyla, devletlerin gizli işlerinin o veya bu sebeple ortaya çıkması her zaman iyidir. Gizlilik duvarında açılacak her delik, bizi daha özgür yapma potansiyeli taşır.

Edebiyatın en karanlık distopyalarını mumla aratacak bir toplum düzeninde yaşamaya aday gelecek nesillerin en büyük kavgası, her yerde devlet denen cendereye direnmek olacak muhtemelen. Biz de hiç olmazsa, ‘devlet sırrı’, ‘vatana ihanet’ gibi kavramların bu zamandan o zamana hiç sorgulanmaksızın aktarılmasını engelleyerek onların müstakbel mücadelesine katkıda bulunalım.