OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Hükümete destek olalım mı?

İçinde bakan çocuklarının da olduğu adli soruşturma gündeme geldikten sonra konuşulanlar ve yapılan yorumlar kabaca üç başlık altında toplanabilir: 1) maddi çıkar sağlamak üzere yapıldığı iddia edilen yolsuzlukların içeriği (yani kim kime ne için rüşvet vermiş, nerede ne kadar para bulunmuş gibi), 2) seçilmiş hükümetin iradesinin yargıdaki ve emniyetteki gayrimeşru bir yapılanma tarafından bertaraf edilmesi ve böylece hükümeti düşürmeye çalışması, 3) iktidar alternatifleri (AKP’siz, AKP’li ama Erdoğansız gibi). Başbakan, hükümet ve onların kuyruğuna takılmış tevilci kalem erbapları başta olmak üzere kimileri, yasak savma kabilinden “Yolsuzlukların üstüne sonuna kadar gidilmelidir” benzeri bir-iki cümle ediyorlar ama yolsuzluk iddialarının içeriğinden, ayrıntılarından neredeyse hiç bahsetmiyor ya da sıradanlaştırmaya, normalleştirmeye çalışıyorlar. Diğer bir kesim ise, sadece yolsuzluklardan bahsederek, bürokrasi içinde kadrolaşma sanki hiç olmamış veya ülke idaresine müdahale edecek duruma gelmemiş gibi konuşuyor. Bir de, “Yolsuzluk olmuştur ama bu hükümetin alternatifleri o kadar feci ve bizi geri götürür ki, ona destek olunmalı” demeye getirenler var.

Sırayla bakmaya çalışalım. Bunun hükümete yönelik “iç ve dış mihrakların bir oyunu” olduğunu söyleyenlerin söylediklerinin anlamlı olabilmesi için ikinci bir şeyi de çok net biçimde söylüyor olabilmeleri lazım gelir; o da bu iddiaların külliyen yalan ve uydurma olduğudur. Oysa bakıyorsunuz, hiçbir yetkiliden, bir-iki ‘komplo’ gevelemesi dışında, bu yönde net bir ifade yok. Bunlara “yalandır” diyemiyorsan, “tertiptir” demenin de pek bir manası yok. Velev ki yolsuzluk hakkındaki bilgiler dış kaynaklıdır, yabancı istihbarat örgütleri servis etmiştir; e peki, öyleyse ne yapalım, kime kızalım, yolsuzluğu yapana mı, bunu servis eden yabancı istihbarat örgütlerine mi?

Bürokrasinin meşru hükümet otoritesini işlemez veya ikincil hale getirmesine gelince; bu, demokratikleşememiş Türkiye’nin eski bir sorunudur. Yakın zamana kadar, Kemalizm’le yoğrulmuş askeri-sivil bürokrasi, seçilmiş hükümetlerin karar ve manevra alanını ziyadesiyle daraltırdı. Hükümetler, devletin vatandaşıyla ilişkisinin temel ilkelerini belirlemekten uzak, ‘yol, su, elektrik’ gibi ‘belediyecilik hizmetleri’yle meşgul olurdu. Hoş, o hükümetlerin çoğunun da ne o ideolojiyle, ne de o bürokrasiyle üstesinden gelinemez bir kan uyuşmazlığı vardı. Şimdi de, iddia o ki, ideolojisi değişmekle birlikte yine bürokrasi içinde, hükümet, dolayısıyla millet iradesi üstünde bir irade var. En ileri demokrasilerde bile seçilmişlerle atanmışlar arasında bir çekişme, bir çeşit köşe kapmaca vardır; lakin, yine demokrasilerde, yürütme erki söz konusu olduğunda halkın oyuyla seçilmiş hükümet üstünde bir yapı kabul edilemez. Buna karşı herkesin mücadele etmesi gerekir. Fakat, mevcut durumda hükümete bu mücadelede destek vermek, hükümetin yolsuzluk meselesinde alacağı tavra ve doğru adımları atmasına bağlıdır. Hakkında iddialar olan bakanlara, bürokratlara yekten kefil olmak, yürütmeyi yargı üzerinde baskın hale getirecek, kanuna aykırı yönetmelik değişiklikleri yapmak, gazetecilerin haber almasını zorlaştırmaya çalışmak, bu doğru adımlardan olmadığı gibi, pek muhtemeldir ki işe de yaramayacak. Çözüm kapalı toplum yapısını güçlendirmek değil, tam tersine, şeffaflığı artırmaktır (bu yalnız hükümet için değil, her tür yapı ve organizasyon, dolayısıyla Hizmet için de geçerlidir tabii). Örneğin, basın mensuplarının emniyet binalarından uzaklaştırılması ancak şaibelerin ve “Adını vermek istemeyen bir emniyet yetkilisinden alınan bilgiye göre...” referanslı haberlerin artmasına sebep olacaktır. Gazeteciler, polis teşkilatıyla ilgili haberleri sadece emniyet teşkilatının binalarından içeri girebildikleri için yapabiliyor değillerdi herhalde.

Velhasıl, hükümet yolsuzluk iddialarını karşılamak için doğru, gerekli ve meşru adımları atmadığı sürece, bürokratik vesayete karşı ortak mücadele çağrıları da havada kalacaktır.

Benzer bir tespiti, ülkede reformlar yaptığı, Kürt sorunun çözüm sürecine soktuğu, başka bir iktidar oluşursa bu kazanımlar kaybedileceği argümanlarıyla AKP’nin desteklenmesi gerektiği savı için de yapabiliriz. AKP’nin iktidar olduğu ilk günden beri ne yaptıysa yanlış yaptığını düşünenlerden olmadığım gibi, doğru refomlar yaptığını düşündüğüm zamanlarda da destekledim. Ayrıca, mesela olası bir CHP-MHP koalisyonu benim için de bir kabus senaryosuydu, hâlâ da öyle. Fakat bütün bunlara rağmen AKP idaresinin desteklenmesi koşulsuz olamaz ve korkular üzerine bina edilemez. Destek için hükümetin doğru icraatlar yapması, en azından yanlışlarının tolere edilebilir bir düzeyde kalması gerekir. Halbuki, ortaya koyduğu siyasi/kültürel söylemden tutun da, son yolsuzluk meselesine kadar Başbakan’ın ve hükümetin tavır ve tutumlarına, oradaki ağır hamasete, bırakın destek olmak, tahammül etmek neredeyse imkansız. Demokrasiyi ve özgürlükleri genişletmek, askeri-sivil bürokrasi vesayetini geriletmek suretiyle ülkeyi dönüştürmek, Kürt sorununu çözmek gibi büyük sorumluluklar aldığını iddia eden bir hükümet, halihazırdaki yolsuzluk iddiaları gibi sebeplerle meşruiyetine topluiğne başı kadar halel getirmemelidir, madem bu kadar “pusuda bekleyen” var...Hükümet, ‘refomcu’ olmanın sorumluluğunu ilkönce kendisi tam manasıyla hissedecek, gereğini yerine getirecek ki sonra başkalarından siyasi dönüşümün devamı için destek isteyebilsin.