ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Memleket siyasetinde ittifak hesapları

Ortalığı karıştıran son olayların tozu dumanı dağılacak gibi değil. Uzun soluklu, alabildiğine vahşi bir kavganın ortasındayız. Son günlerde sıkça kullanılmaya başlanan tabirle bir “süngü savaşı” sürüyor ve de şiddeti azalacağa benzemiyor. Yine çokça söylendiği gibi, AK Parti ile Gülen Cemaati arasında iktidarın pay edilmesi temelinde yaşanan ayrışma, orta vadede Türkiye’deki güç dengesini değiştirecek gibi görünüyor.

Bu dengede hangi tarafın ağır basacağını belirleyecek etmenlerden biri de, oluşan, oluşmakta olan ve oluşabilecek ittifaklar. AK Parti ile Cemaat arasındaki ittifakın çözülmesiyle başlayan bu yeni dönemi daha iyi anlayabilmek için yine ittifaklar üzerindeki ihtimal hesaplarına bakmakta yarar var.

AK Parti tek parça kalır mı?

İslamcı siyasetin içinden çıkıp muhafazakâr bir merkez sağ parti halini alan AK Parti’yi bir ittifaklar bütünü olarak alırsak, parti içindeki yaşanacakların önümüzdeki dönemde temel bir önemi haiz olacağını görebiliriz. Şu anki kavgada AK Parti’nin hasmı olan Cemaat, stratejisinin bir kısmını, iktidar partisinden yaşanacak kopmalara bağlamış görünüyor. Ancak Cemaat’in Müslüman cenahtaki diğer gruplar tarafından genellikle sevilmemesi ve kurdukları savaş stratejisininbu gruplar arasında Erdoğan’a ve İslami hükümete karşı bir operasyon olarak görülmesi, AK Parti içindeki diğer ittifakların varlığını sürdürebileceğini söylüyor.

İlginçtir, Erdoğan’ın bir bakıma gücü olan bu ‘savunulması gereken lider’ algısı, onun aynı zamanda zayıf noktası. Çünkü AK Parti genel stratejisini Erdoğan’ı savunmak üzerine kurdukça daha da otoriter bir dile, içi boş bir 3. ülke anti-emperyalizmine meylediyor ve böyle oldukça da çoğulcu bir ortamdan yana olanların partide nefes alacağı alan kalmıyor. Parti yönetimi de zaten uzun süredir liberal-demokrat çevrelerle ilişkisini düşmanlık üzerinden açıklıyor.

CHP-Cemaat flörtü

Cemaat’in AK Parti’den kopmalara özel bir önem atfettiğini söyledik. Bu, kısa vadeli hedef gibi görünüyor. Partide bir çözülme havası olduğu mesajını yayarak kendi gücünü ve taleplerini kabul ettirme taktiği aşikâr. Uzun vadede ise Erdoğan’sız bir AK Parti hedefi güdülüyor. Bu ihtimal Erdoğan’ın gücü ve İslami kesim içerisinde şu anda ona rakip olabilecek kimse bulunmaması nedeniyle –buna Abdullah Gül de dahil–uygulanamaz göründüğü için, özellikle yerel seçimlerde CHP ile flört ederek AK Parti’ye başta İstanbul olmak üzere yenilgi yaşatmak ve panik havasını büyütmek amaçlanıyor.

Siyasetsiz CHP ise bir iktidar alternatifi olabildiğini gösterebilmek için tek bir şansa sahip, o da iktidar kanadında yaşanacak olan bir yarılma. AK Parti - Cemaat kavgası bu umudu CHP’ye vermiş görünüyor. Özellikle hükümetin Gezi isyanı sırasında ve  sonrasında tutturduğu korkunç tavır ve Sarıgül’ün adaylığı sonrasında İstanbul belediye başkanlığını kazanma ihtimalinin belirmesi, parti yönetiminin iştahını kabarttı. Bu havayla Ankara ve başka bazı şehirlerde sağ kökenli adaylar gösterilerek ivmenin daha da yukarı çekilmesi ve yolsuzluklarla itibar kaybeden AK Parti’nin daha da geriletilmesi hedefleniyor. Bu yolda Cemaat’le işbirliği de hayati görünüyor.

Kürt hareketinin tercihi

Gündemin nispeten sessiz aktörü ise şüphesiz Kürt hareketi. Büyük zorluklarla ve fazlasıyla yavaş da olsa yürüyen çözüm süreci nedeniyle, ülkede siyasi belirsizlikten en çok canı yanacak kesim olan Kürt siyaseti, yakın geçmişe dek sert bir şekilde muhalefet ettiği AK Parti ile,bugün aynı safta olmasa da aynı cephede yer alıyor. Abdullah Öcalan neredeyse her açıklamasıyla bu çizgiyi partisine ve halkına anlatmaya çalışırken, son gelişmelerden sonra Cemil Bayık’ın yaptığı ve Cemaat’i ‘paralel devlet’ olmakla suçlayan beyanlar, olası bir kamplaşma durumunda Kürt hareketinin nerede duracağını gösteriyor. PKK-BDP çizgisinin Cemaat’e karşı alerjisi iyi biliniyor ve çözüm süreciyle ilgili inisiyatifi alan Erdoğan, bu süreci her fırsatta baltalamak isteyen ise Cemaat olduğuna, en azından bu yönde şüpheler bulunduğuna göre, Kürt hareketinin tercihinin bir mantığa oturmadığı da söylenemez.

PKK-BDP, muhtemelen, önümüzdeki süreçte, hükümete Kürt sorunu ve demokratikleşmeyle ilgili eleştiriler yöneltse de, kritik anlarda saldırılara karşı AK Parti’ye yakın bir siyaset izleyecek. Burada olası bir zorluk ise, Kürt hareketi eksenli ama Türkiye sosyalistlerini de içine alan HDP’ninsol bileşenlerinin pek çoğunun mevcut durumu salt AK Parti karşıtlığıyla okuması nedeniyle çıkabilir. Ancak Türkiye’de yüzde birlik ve çok parçalı sosyalist solun Kürt hareketinin gölgesinden başka bir yerde nefes alabilmesi mümkün olmadığına göre, bu zorluk da aşılacaktır.

Dolayısıyla, belki birkaç yıl önce hayal etmenin imkânsız olduğu bir şekilde, AK Parti ile Kürt hareketine karşı CHP ile Gülen Cemaati’nin ittifak ettiği bir sürece doğru gidiyoruz.

Umutlu olmak zor

Bu karmaşık tablo, ülkenin yakın geleceği adına pek de olumlu bir manzara arz etmiyor. Yolsuzluklara sonuna kadar batmış AK Parti, son tutuklamaları varlığına yönelmiş bir tehdit olarak gördüğü için kendini çamurdan sıyıracak adımları atmaktan imtina ediyor ve bir meydan okumaya soyunuyor. Karşısında ise ulusalcılığını sağcılıkla tahkim eden ve de üstelik doku uyuşmazlığı yaşaması kaçınılmaz olan Cemaat’le dahi ittifak edebilecek denli oportünist bir CHP var. AK Parti ve CHP günahlarının ve sevaplarının vebalini nihayetinde seçim sandığıyla ödeyecekleri halde, vurucu aktör olan Cemaat her türlü hesap vermeden uzak; büyük bir iktidar kullandığı halde hiçbir kurumsal sorumluluk taşımıyor, üstelik görünen o ki, kendini korumak ve daha fazla güçlenmek için yapabileceklerinin de sonu yok.

Bu durumda, elde umut namına, Kürt sorununda çözüm yolunda yürünmeye devam edilmesi kalıyor. Eğer AK Parti’nin bugünkü yönetimi –Tayyip Erdoğan diye okuyabilirsiniz– daha da zayıflamak ve iktidarı yitirmek istemiyorsa, son yıllarda tutturduğu kutuplaştırıcı söylemi terk etmeli, Gezi günlerinde ve sonrasında yaptığı dehşetli hataları görmeli, yolsuzlukların yargılanması önündeki engelleri kaldırmalı ve ülkeyi demokratikleştirecek adımları atmalı. Bu, bugün sadece memlekette daha fazla özgürlük ve adalet isteyen bizlerin naif dileği değil, aynı zamanda Erdoğan’ın tek rasyonel kurtuluş formülü.

“Peki, olur mu?” derseniz;gerçeklikten hayli kopmuş görünen, etrafında birtakım ne idüğü belirsiz zevattan başka danışacağı kimse olmayan ve zaten kimseye de bir şey danışma ihtiyacı duymadığı anlaşılan Tayyip Erdoğan’a bakarsak, zor görünüyor.Dedik ya, manzara pek iç açıcı değil.