KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Çekmece

Bazı fotoğraflar belleğe mıhlanır. Bir ömür sizinle kalır. Yıllar önce bir dergide Tokyo’daki özel bir misafirhanenin fotoğrafını görmüştüm. Başkentte kiralar çok yüksek, mesai başlama saatleri de çok erken olduğu için, şehre hayli uzak, küçük evlerinde yaşayan çalışanların büyük kısmı, haftaiçi merkezdeki bu mekânlarda kalmayı, evlerine de haftasonu gitmeyi tercih ediyormuş. Misafirhanelerde oda ya da koğuş sistemi yoktu. İnsanlar yatay olarak, çekmeceyi andıran, minicik bir bölüme giriyordu. Bu akıllara ziyan yatay odacıkların kapısı ise, çamaşır makinelerinin kapakları gibi yuvarlak ve saydamdı. İnsanlar morg çekmecesinde yatar gibi o deliklere girip, sonra da hayatlarına devam ediyordu.

Bir diğer fotoğrafta ise, çiçek aşısının bulunuşundan önce ABD’de hasta çocuklar için tedavi amaçlı olarak oluşturulmuş, metalik, devasa bir düzenekle karşılaşmıştım. Çocuklar yine yatay olarak düzeneğin deliklerine girmiş, serum takılması için kollarını dışarı uzatmışlardı. Yine sanki morg çekmeceleri içindeymiş gibi durduklarından, hayattan çok ölüme yakın görünüyorlardı.

Çekmeceleri eşyalar için kullanmak iyi hoş da, iş dönüp dolaşıp bizim de cansız bir varlık gibi çekmecemsi bir yere yerleşmemize geldi mi, deliye dönüyor insan. Zaten işkence yöntemleri içinde mekân kısıtlamalarına bu kadar başvurulması da bundan. Ve biz maalesef F tipi cezaevlerinden tabutluklara, sünger odalardan kör kuyulara, bu yöntemlerin en fecilerini yakından biliyoruz bu coğrafyada.

Oysa bir başına düşündüğünde nasıl da masum ve işlevsel, değil mi, şu çekmece denen?.. Eskilerin deyimiyle bin ayıp örter. Ortalıkta dağınık halde duran ne var ne yoksa, alır bir çekmeceye tıkar, görece düzen sağlarsın bir anda. Ama işte o ‘bin ayıp örtme’, aynı zamanda, çekmecenin karanlık yüzünü ifşa eden bir tabir. Bir kez bir şeyleri çekmeceye kaldırdın mı, artık onun varlığını unutmayı tercih edebiliyorsun. Sen aranmadıkça, o şey de seni bulmuyor. Rahat ediyorsun.

Bu görece rahatlığı keşfetmiş olan devlet de, öteden beri, en büyük insanlık suçları dahil, canını sıkacak, düzenini bozacak ne varsa, her şeyi çekmecelere kaldırmayı, sonra da o çekmeceleri unutmayı tercih eder. Türkiye devletinin de Cumhuriyet tarihi boyunca sıklıkla başvurmuş olduğu bir yöntemdir bu. Ermeni Soykırımı’ndan Dersim Katliamı’na, Varlık Vergisi’nden, 6-7 Eylül yağmalarına, Maraş Katliamı’ndan Sivas’taki o can yangınına, her sistematik kötülük itina ile çekmecelere kaldırıldı.

Bu hafta çekmeceye kaldırılmaya çalışılanlar arasına Roboski Katliamı da eklendi. 28 Aralık 2011 akşamı, Şırnak’ın Bujeh ve Roboski köylerinden, geçimini sınır ticareti yaparak kazanan, 17’si çocuk, geri kalanı da 19-25 yaşlarında 34 Kürt yurttaş, mazot ve şeker alarak döndükleri sınırın sıfır noktasında Türk Silahı Kuvvetleri’ne bağlı F-16’lardan atılan yüzlerce kiloluk kazan bombasıyla havaya uçuruldu.

Normal bir ülkede hayatı felce uğratacak, hükümeti ve silahlı kuvvetleri istifalarla sarsacak bu katliamın ikinci yıldönümünün hemen akabinde, Genelkurmay Askeri Savcılığı takipsizlik kararı verdi.

Başlı başına bir katliam olan takipsizliğin gerekçesinde ise şöyle dendi: “… görevi yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığı anlaşıldığından soruşturma konusu bu olay hakkında… kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.”

Görevsizlikten takipsizliğe, sorumsuz katliamların diyarında Hrant Dink cinayeti halen asıl faillerinin ortaya çıkmasını bekliyor. Ocak takviminde 28 yaş tazeliği ile yerini alan Metin Göktepe gibi... 18 yıl önce haber yaparken gözaltına alınan ve işkencede dövülerek öldürülen Metin Göktepe’nin acısı, birkaç gün önce başlamadan biten ve yine dövülerek canından edilmiş Ali İsmail Korkmaz’a karışıyor.

Devlet bir süreklilik halinde zulmediyor. Yolsuzluklar ayakkabı kutularına, operasyon talimatları sümen altlarına kaldırılıyor. Sanki bir tek biz sıradan vatandaşlar böyle cıbıl cıbıl yaşıyoruz. Sokaklarda öfkeli, evlerde endişeli. Hep izlendiğimizi bilerek. Ve tek tek sökerek içimizde bütün o ölümcül çekmeceleri.