OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

HSYK

Türkiye gerçekten ilginç bir ülke. Bir kısım zevat, 2010 referandumunda “yetmez ama evet” diyenlere ‘çakmak’ için, her fırsatta bozuk plak gibi “Yetmez ama evet dediniz, yargıyı HSYK marifetiyle hükümete bağladınız, yargıyı yürütmeye tabi kıldınız” dediler durdular. Fakat o da ne, geçenlerde Başbakan, referandumda yürütmenin yani hükümetin HSYK üzerindeki denetimini kaldırdıklarını ve bunu yaparak da hata yaptıklarını söylemesin mi! Demek Başbakan referandumda ne yaptığının farkında değil!

Bu konudaki pişmanlığını dile getiren Başbakan, ilk fırsatta anayasa değişikliğine giderek HSYK üzerinde denetim sağlayacaklarını söyledi. İşin ilginç yanı şu: Diyelim ki Başbakan referandumdan önceki düzenlemeyi yeni bir referandumla aynen geri getirmek istedi; 2010 referandumunda “Asıl maddeler yargıyla ilgili maddelerdir, diğerleri insanları kandırmak için yerleştirilmiştir” savıyla “hayır” diyenler ne yapacak? Tutarlılık adına bu sefer “evet” demeleri gerekir; ama evet derlerse ‘can düşmanları’na destek olmuş durumuna düşecekler. Yani, referandumda “yetmez ama evet” diyenleri ‘hükümetin değirmenine su taşımak’la suçlayanlar, böyle bir durumda “evet” derlerse kendileri aynı duruma düşecekler. Yok, “hayır” derlerse, bu sefer de 2010’da karşı çıktıkları düzenlemeyi bu sefer desteklemiş olacaklar. O durumda da, bizim de onlara söyleyecek laflarımız olur elbet. Zor durum!

Türkiye’de bir şeyi yeterince tekrar edersen, yalansa da gerçek olur. Referandumla HSYK’nın yürütmenin yönlendirmesi altına girdiği de ezbere söylenirken, neredeyse kimse düzenlemenin ne değiştirdiğine doğrudan referans vermiyor. Gelin biz üşenmeyelim, referanduma sunulan maddenin eski ve yeni hallerine bir kez daha bakalım.

Kurulun oluşumu hakkında eski madde şöyle diyordu: “Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer.

Aynı konuda yeni hali şöyle diyor: “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmi iki asıl ve oniki yedek üyeden oluşur; üç daire halinde çalışır.

Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.

...

Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir.

Şimdi, eski ve yeni versiyonları kıyasladığımızda, hangisinde yürütmenin ağırlığı daha fazla? Ya da şöyle de sorabiliriz: Bu ifadeler çerçevesinde yürütme erkinin, kurulu yönlendirmek için yeni versiyonda muktedir olup da eski versiyonda yapamayacağı hangi işlem var? Tam tersi, yeni versiyonda Adalet Bakanı daire çalışmalarının dışında bırakılmış; üye sayısı arttığı için bakanın ve müsteşarın nisbi ağırlığı azalmış. Belki de hepsinden önemlisi, gündem yapma yetkisi daha önce bakandayken, şimdi her dairenin gündemini o daireninin başkanı yapıyor. Yani, eskiden bakanın gündeme almadığı konuları tartışmak zordu. Bunlar, mevcut durumda hiç sorun olmadığı anlamına gelmez tabii; örneğin bakan ve müsteşarın kuruldan tamamen çıkması gerektiğini söyleyenler var. (TESEV’in, benim de faydalandığım ‘Referandumdan Sonra HSYK: HSYK’nın Yeni Yapısı ve İşleyişine Dair Yuvarlak Masa Toplantısı’ başlıklı raporunu tavsiye ederim. Hem HSYK meselesini, hem de yargının içler acısı durumunu anlamak için faydalı bir kaynak. İstanbul’da on yedi bin (rakamla 17.000)! dosyaya bakan hâkim olduğunu biliyor muydunuz? Bence bu devlet adalet dağıtımı işinde konkordato ilan etsin!)

Hepsi bir yana, belli bir insan grubu hakkında kararlar alacak bir kurulu oluşturmanın bilinen en demokratik yolu nedir? O kurulu o insanlara seçtirmek, değil mi? Yeni düzenleme de yüksek yargı sultasını kırıp seçimi tabana yayarak daha demokratik bir yapı getirmiştir. Evet, yapılan seçimlerde Adalet Bakanlığı’nın baskı ve manipülasyon yaptığı yönünde, göz ardı edilmemesi gereken ciddi şikâyetler vardır; fakat bu ayrı bir sorundur. Seçimlerde baskı ve manipülasyon olması, seçim ilke ve yönteminin yanlışlığını göstermez. HSYK üyelerinin meclis tarafından seçilmesinin daha iyi olacağını ileri sürenler de var. Meclis bütün halkın temsilcilerinden oluştuğu için teoride doğru bir öneri gibi duruyor fakat bu siyasal sistemde, içinde bulunduğumuz cari durumda “Meclis seçsin” demekle, “Hükümet seçsin” demek arasında ne fark var? İktidar partisinin istediklerinden başkasının Meclis’te seçilmesi mümkün mü? Yürütmenin etkisini kırmak için kurul üyeleri nitelikli çoğunlukla (örneğin beşte dört gibi) seçilsin desek, bu sefer de ülkemizin siyasi lügatinde ‘uzlaşma’ diye bir kavram olmadığından, üye seçiminde kitlenmelerin önünü açmak da olası. Yasamanın bu kadar yürütmenin yönlendirmesi altında olduğu yerde “Meclis seçsin” demek de çözüm olmuyor.

 

not: Bu yazı hükümetin HSYK teklifinden önce yazılmıştır.