OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kürtler, Ermeniler

Bese Hozat “kuyuya bir taş attı”... Bir bakıma iyi oldu, er geç tartışılacak ve de tartışılması gereken konuların kapağını açtı. Yalnız, bu tartışmalar başladıktan sonra, müellifi gerek Ermeni gerek Kürt olsun, rastladığım kimi ifadeler, kimi yazılar bana bir kez daha hatırlattı ki, şu insanoğlu pis bir yaratıktır. Kavga etme, birbirinin gırtlağına sarılma fırsatını hiç kaçırmaz. Birçokları adeta içindeki yıkıcı duyguları boşaltmak için fırsat kolluyormuş, Hozat onlara bu fırsatı vermiş oldu. O istediği kadar “Ben halkları kastetmedim” desin, o lafları bir kere o şekilde ettikten sonra, yanına kullanma kılavuzu ekleyemiyorsun işte; kastetmediğin halkları birbirine düşürüyorsun, en azından buna vesile oluyorsun. Yok, hedeflenen zaten Kürt-Ermeni ayrışmasını körüklemekse, yani söylenenin aksine, burada bir ifade beceriksizliği (ki o bile mazur görülemez) değil de kasıt varsa, onu ayrıca tartışmak lazım. Yalnız, Kürt hareketinin böyle bir yola sapmasında kendileri açısından nasıl bir fayda olabilir? Ermeni meselesinde devletin söylemine arka çıkarak sempatisini mi kazanacaklar? Ya da Ermeni meselesinde devlete destek vererek ondan başka tavizler mi koparılacak? Burası benim açımdan muğlak.

İşin esasına gelecek olursak, tabii ki Ermeni-Kürt tarihi ciddi sorunların yaşandığı, çatışmalı bir tarihtir, tabii ki bunlar konuşulacak ve tabii ki herkes herkesi en sert biçimde de eleştirecek, tarihi yanlışlara dikkat çekecek; bunda hiçbir mahsur yok. Fakat, bugün siyaset yaparken, söylem oluştururken 2014 yılında bu ülkedeki Kürtlerin ve bir avuç kalan Ermeni’nin ilişkileri sanki 1890’lardaki Kürt-Ermeni ilişkilerinden hiç farklı değilmiş gibi yapamazsınız. Geriye dönüp baktığınızda her kesimin, örgütün, aktörün hatalarını bulabilirsiniz fakat içinde bulunduğumuz fiiliyat, bu meselenin kaybedeninin ve kurbanının, o veya bu sınıfıyla, o veya bu örgütüyle değil ama bir bütün olarak Ermeni halkı olduğunu, inkâr edilemez bir biçimde ortaya koyuyor. Üstelik, bu kaybediş adil bir kavga sonucunda da olmadı, çok alçakça, çok zelilce yapıldı. Öte yandan, Türkiye Ermenilerinin bugün siyaseten kimseye rakip veya ‘alanda’ kimseye bir tehdit olamayacak olmalarının bundaki payı ne olursa olsun, BDP çizgisindeki Kürt siyasi hareketinin ve onun tabanın, Ermenilerin akıbetinde Kürt sıfatını taşıyan aktör ve kesimlerin rolüne dair, takdir edilmesi ve örnek teşkil etmesi gereken bir bilinç ve vicdan muhasebesi geliştirdiği de başka bir gerçektir. Bu bilinçlenmeyi, ‘vicdan kalkışması’nı geriye götürecek, berheva edecek laflar söylemeye, değil Bese Hozat’ın, Rıza Altun’un, Abdullah Öcalan’ın bile hakkı yok. Gelgelelim, kimse soykırımın bütün sorumluluğunu Kürtlere havale ederek de kurtulamaz. Evet, birçok yerde failler eşrafıyla, sıradan insanıyla Kürtlerdir ama soykırım bir devlet politikasıdır, olayı makro açıdan planlayan bir merkezi akıl vardır, onsuz soykırım olmazdı. Başka bir deyişle, Talat’lar, Enver’ler, Cemal’ler, Nazım’lar, Bahattin Şakir’ler, Reşit’ler olmasaydı, Kürtler o işi öyle yapmazdı. Öte yandan, kimi Kürtlerin “Kandırıldık” tezi de kimseyi aklamaz. Cinayet işlenirken yapılanın cinayet olduğu pekâlâ biliniyordu, kandırılma kısmı ancak kendilerine vadedilenleri alamama veya cinayete azmettirilirken kendilerine söylenenler (“Buralar Ermenistan olacak”) bağlamında geçerli olabilir.

Öcalan’ın mektubundan sonra, Nevruz konuşmasının ardından bu köşede söylediklerimi hatırlatmak istiyorum, çünkü ilkeler aynı: “Bugün Ermeni meselesi veya 1915, Kürt siyasi hareketi açısından, barış ve ‘statü kazanımı’yla kıyaslayınca değil harcanacak, göz önüne alınmaya dahi değmeyecek bir ‘pul’ olabilir. Bu yaklaşım reel siyaset açısından doğru görünebilir ama o kadar basit değil çünkü Kürt hareketinin bu noktada alacağı tavır, yıllardır kimilerince ‘suçlandıkları’ gibi mücadelelerinin Kürtçülük mücadelesi mi yoksa demokrasi ve insan hakları mücadelesi mi olduğunun göstergesi olacak. 1923 öncesine atıflara bakarak Türk-Kürt ‘İslam’ ortaklığı bir kez daha Ermenilerin cesetleri üzerinde mi yükselecek yoksa barışçıl birlikte yaşamın temel ilkelerini benimsemiş güncel bir demokrasi için mi çaba sarfedilecek? Öcalan’ın Nevruz konuşmasında her iki ihtimalin de ipuçları mevcut. Hangi yolun seçileceğinde Öcalan’ın iradesi kadar Kürt siyasi hareketinin ulaştığı demokrasi ve insan hakları bilincinin seviyesinin ne olduğu da etkili olacak (inşallah!).

Ayrıca meselede şöyle bir manevi boyut daha görüyorum. Dün Ermeniler neyin mücadelesini veriyorlardıysa bugün Kürtler onun mücadelesini veriyor. Kimilerine göre bu, ‘Türk’e karşı oynanan oyun’un en büyük ispatıdır ama bunun Türk’e karşı olmakla ilgisi yok. Bu, insanların oldukları ve bildikleri gibi, onurlu yaşama isteğinin bir sonucu. Ermeniler bu mücadelede düşmüş, yok edilmiş bir halk. Dolayısıyla, Kürt siyasi hareketinin kendinden evvel aynı idealler için uğraşmış ama katledilmiş bir halka bir tür vefa borcu yok mudur? Bu durum, anlayana, dil, din, ırk birliğinden çok daha ulvi bir bağ değil midir?”

Barış sürecini yürütmenin zorluklarını anlıyor ve takdir ediyoruz. Bu çatışmasızlık ortamı mutlaka ama mutlaka sürdürülmeli, fakat yeni ortaklığın temeli eskisi gibi ‘suç ortaklığı’ veya başkalarının kan mirası olmamalı. Bu süreçte doğruluğuna inandığımız ve gözetilmesi gerektiğini düşündüğümüz ilkeleri cirmimiz kadar tarihe not düşmek de bizim boynumuzun borcu.