OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Önce adalet, sonra sükûnet

Yazı yazmanın zor olduğu günler bunlar. Bunun sebebi yalnız tam bir keşmekeş olması, neyin doğru neyin yalan olduğunun iyice birbirine girmesi değil. Her şeyin uğursuz biçimde başa dönüyor olması, zulüm, linç ve cinayetler karşısındaki çaresizlik, on beş yaşında bir çocuğun polis tarafından başından vurularak öldürülmesi karşısında “Hak etti devlet düşmanı, iyi olmuş” veya “Su testisi su yolunda kırıldı” diyenlerin, diyebilenlerin çokluğu insanı bir kere daha umutsuzluğa sürüklüyor, öfkeden çıldırtıyor. Hâlâ yazı yazmak, analiz yapmak ne kadar anlamlı bilmiyorum. Ama muktedirlere, zalimlere, devletin gizli ve açık katillerine, onların şakşakçılarına toplu iğne başı kadar da olsa rahatsızlık vermek, etlerinde kıymık olmak da bizim boynumuzun borcu olsun. Onun için devam.

İlk önce sükûnet çağrıları için bir şey söylemek istiyorum. Tabii sakin kalalım, kalalım da, nasıl? Gezi’de öldürülenlere on beş yaşında bir çocuk daha katıldı ama tıpkı diğerlerinde olduğu gibi, ortada tek bir sorumlu yok, tek bir ceza yok. Vuran polis(ler) nerede? Nasıl bulunamaz? Hadi saf olalım ve bulamadığınıza inanalım. Pardon ama, katili bulamamak da bir başarısızlıktır. Var mı bunun sorumluluğuyla istifa eden veya ettirilen bir polis amiri? Var mı sorumluluğu alan bir siyasetçi? Eh, bunların hiçbiri ama hiçbiri olmayınca, adalet yok demektir. Adalet hissi tatmin edilmemiş insanlara, kalabalıklara da “Sakin olun” demenin çok bir manası yok. Evet, öfke belki başka zararlara yol açabilir ama bir yandan da siz bütün hak arama yollarını kapatır, öfkeyi insanın tek çaresi, tek yolu yaparsanız, beğenseniz de beğenmeseniz de o yollar yürünür. Kalabalıkların adalet duygusu tatmin edilmedikçe, onlar da sokağa çıkacaktır. Çıkmasalar tuhaf olurdu. Düşünsenize, Berkin Elvan’ı vuran polis(ler) yakalansa, mahkeme edilse ve gereken cezayı alsa, acı gene yaşanırdı ama öfke bu kadar büyük olur muydu? O zaman en becerekli provokatör bile bunca kalabalığı sokağa dökebilir miydi? Onun için, önce adalet, sonra sükûnet.

Öte yandan, azgın kalabalıklar siyaset yapmak için yola çıkmış HDP’ye saldırıyor. ‘Ülke bütünlüğü’ adına HDP’yi Fethiye, Urla’ya vs. sokmamanın arkasındaki zavallı mantığı, daha doğrusu mantıksızlığı, bilmem söylemeye gerek var mı? Onları Fethiye’ye sokmayınca ülke bütünlenmiş oluyor, öyle mi? Ondan da öte, o kifayetsizler HDP’nin ülke bütünlüğü için en önemli umut olduğunun farkında değiller. HDP’yi eleştirebileceğimiz çok nokta vardır, nitekim ben de ilk kongresine bakarak eleştirel bir yazı yazmıştım. Gene de eleştiririz, fakat HDP bu topraklarda mutlaka canlı tutulması gereken bir girişimdir. Önümüzdeki yerel seçimlerde HDP’nin alacağı her bir oy bu umudu besleyecektir, dolayısıyla önemlidir.

Bir de bütün bunların üstüne tüy diken, insanı ister istemez tedirgin eden tahliyeler geldi. Küçükler, Kerinçsizler, Perinçekler serbest. Hatta insanların boğazlarını kesenler ve bunu kabul edenler de serbest. Bunun beraat ettikleri manasına gelmediğini biliyoruz ama bu adli hengâmede artık mahkûm olacaklarına, olsalar bile cezalarını çekeceklerine nasıl inanacağız? Bu insanların serbest olmaları, bizi zor günlerin beklediğinin bir işareti değildir diye umalım.

Bu ve diğer tahliyelerin çoğu, uzun tutukluluk süresini kısıtlayan yasa yüzünden gerçekleşti. Yalnız, insan anlamakta zorlanıyor, hukuk mu bu kadar beceriksiz, yasa koyucu mu bu kadar sarsak? Yoksa söz konusu olan kötü niyet mi? Tamam, tutukluluk cezaya dönüşmesin, insanlar suçları sabit olmadan senelerce hapiste yatmasınlar, bunun için de düzenleme yapılsın; ama hiç mi suçun ağırlığına, dosyanın niteliğine, delil durumuna göre bir ayrım yapılmaz? Bütün suçlar eşit midir ki faillerine eşit muamele edilsin? Uzun tutukluluk sorununu giderirken vicdanlarda daha büyük yaralar açmak bir Türk adaleti klasiği mi?

Son olarak, İlker Başbuğ’un tahliyesi, daha doğrusu tahliye sonrası gördüğü muameleye değinmek istiyorum. Hapishaneden bir kahraman gibi çıktı. Sanık olduğu davada işlediği iddia edilen suçları işlemiş midir, işlememiş midir, bunun hükmünü nihai olarak biz veremeyiz. Belki işlememiştir, hatta belki o davada haksızlığa da uğramıştır. Bu onu mağdur yapabilir, ama hiçbir şeyin, hele hele demokrasinin kahramanı asla yapmaz. Başbuğ’un ve ondan evvelki genelkurmay başkanlarının tarzını, siyasete yaklaşımını unutmadık. Onun bu davada uğradığı olası haksızlıklar onların geçmişteki bu tarzını, askerin siyaset üzerinde baskın olmasını asla meşrulaştırmaz. Başbuğ da tabii ki her vatandaşın sahip olduğu haklara sahiptir, varsa uğradığı bir haksızlık giderilmelidir, ama o kadar; siyaseten yanlış bir figürü başımıza taç edecek halimiz yok. Tabii, yancılarını da.