KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Soylu şehir, soysuz çivi

İnsan, tuhaf yaratık. Dünyanın en zorlu işlerini becerip, en basit engellerde tökezleyebiliyor; en yaratıcı çabalarla, doğaya ve soyuna karşı en yıkıcı faaliyetleri bir arada götürebiliyor. İyilik ve kötülük sürekli yarışta, acz ve kudret hep sınavda. Son dersi bir çivi verdi hepimize.

İngiltere’nin başkenti Londra’da, kaldırımlarda ve apartman girişlerinde evsizlerin yatıp kalkmalarını önlemek amacıyla özel bir çivi geliştirilmiş. Londra’nın zengin semtlerinden Southwark’taki lüks bir apartmanın giriş kapısına, evsizlerin uyumasını engellemek üzere, zemine çiviler yerleştirilip de fotoğraflar İngiliz basını ve sosyal medyada yaygınlaşınca, insan hakları kuruluşları ve evsizleri koruma dernekleri ile vicdanlı insanlar, çivilerin bir an önce kaldırılması için kampanya başlattı.

İstanbul’da da yoğun tartışmalara neden olan kentsel dönüşüm projeleri, o malum ve çok irkiltici ‘soylulaştırma’ kavramı eşliğinde ilerliyor. Mahalleler bir bir yok edilirken, eskinin bahçeli, birkaç katlı evlerinin yerini güvenlikli, havuzlu ve hatta yapay gölette gondollu gökdelenler alıyor. Alım gücü yüksek kitleye hitap eden bu ‘residans’lar, kaçınılmaz olarak sınıfsallık tetikliyor. Semtin eski sakinlerinin payına düşense, mikrop gibi, şehrin en dış bölgelerine sürülmek.

Metropollerde sayıları giderek artan evsizler ise, elbette bu ihtişamlı, lüks ve steril siluetin hiçbir yerine uymuyor. İngiltere’de kamuya ait kaldırımı bile kendi dekorunun parçası olarak gören ve orada yatan evsize de tahammül gösteremeyen zihniyet, işte hep bu soylu bakış açısının bir ürünü.

Oysa, misal, Londra’da evsizlerin sayısı son yıllarda arttı ise, dert edinilmesi gereken, bu ciddi artışın ve evsizlerin koşullarının ta kendisidir. Nitekim bu gayri insani uygulamaya karşı tepki ve kampanyalar gecikmedi. ‘Ethical Pioneer’ adıyla açılan Twitter sayfasında ‘anti-homeless spikes’ (evsizlere karşı çiviler) başlığıyla, söz konusu engellemelerin bir an önce kaldırılması için imza toplanıyor.

İngiltere’de evsizler için faaliyet gösteren ulusal hayır kurumu Crisis da, açıklamasında, meselenin esas can yakan kısmına şu sözlerle yer veriyor: “21. yüzyılda İngiltere’de hâlâ insanların sokaklarda uyumak zorunda kalması bir skandaldır. Londra’da son üç yılda sokakta uyuyan evsizlerin sayısı %75 artmıştır. Evsizler yan kapının önünde uyumaktan daha iyisini hak etmektedirler.”

Kışın donma tehlikesiyle karşı karşıya kalan evsizler için barınma ve temizlik imkânları düzenlemekle soylu olur bir şehir. Her insanın maddi durumundan bağımsız, sırf varoluş hakkından doğan onurunu gözeten yapısıyla gelişmiş sayılır. Binalardan önce insanları, yeşil alanları ve tekmil canlıları kale alan bir anlayışla yücelir.

İnsanın ruhundaki evsiz barksızlığın, kimsesizliğin derinlerine nüfuz eden Turgut Uyar, ‘Büyük Ev Ablukada’ şiirinde şöyle der:

...

göğe baktım yerli yerinde /haydutlar dalavereciler yerli yerinde / vurguncular hayinlar / vurdumduymazlar öyle / iyi dedim içim rahatladı / düzen bozulmamış dedim sevindim / tenhaca bir bölgede şehre girdim

 

(ben herkese varım / başka türlü olmuyor inanmayın)

 

bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim / (ekmek vardı tereyağı vardı söylemiştim önemlidir /utanılacak bir şey yoktu kime anlatmalıyım)

 

ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez

 

Sevmeden hiçbir yer yuva, hiçbir ülke memleket olmaz. Çivi, adı üstünde batar ve can yakar. Evsizlerin tenine batan çivilerle mekânlar korunaklı, şehirler soylu olmaz. Bu uygulamaların reva görüldüğü hiçbir yer, kimse için ev olmaz. Varlık içinde yok oluruz. Oysa hayat, paylaştığın kadar çoğalır ve en büyük yokluk, gönül fukaralığıdır.