OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Söğüt’te ‘Thanksgiving’

Geçen haftasonu Söğüt’te Ertuğrul Gazi şenlikleri yapıldı. Yalnız medyada ve köşe yazılarında hak ettiği ilgiyi görmedi, özellikle Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı konuşma. Oysa ki “yeni Türkiye’nin” başbakanı çok çok eskilere gitti ve bildiğimiz eski lafları etti. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu “şenlikleri” bilirdim ama bu son sefere kadar benim de dikkatimi bu kadar çekmemişti. Ama anlaşılan AKP’nin bu şenliklerin sembolizmini şişirerek popüleştirme niyeti var. Hem şenlikler hem de Davutoğlu’nun konuşması üzerine birden fazla akademik makale yazılabilir ama ben burada birkaç noktayı toparlamaya çalışacağım.

Farkında mıyız bilmiyorum ama bu şenlikler düpedüz bir kolonicilik veya yayılmacılık/emperyalizm kutlaması ve güzellemesi, en azından Davutoğlu’nun konuşmasından bu çıkıyor. E. Gazi ve obasının yola çıkıp Osmanlı’nın kurulduğu yer olan Söğüt’e gelmeleri ve buradan imparatorluğa kadar “yükseliş” kutlanıyor. Şöyle diyor Davutoğlu: “1281 hasat şükrünün ve bu güzel şenliklerin başladığı tarih. Bir beylik, bir oba, daha beylik bile değil, 1381 bu oba Kosova önlerinde, artık bir devlet. 1481 Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet Han, devleti imparatorluğa dönüştürdükten sonra Hakk’a yürüdü. 1581 bu devlet yedi iklime hükmeden bir cihan devleti oldu. İşte biz bu çizgide Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir cihan devleti yapana kadar[...] bıkmadan usanmadan çalışacağız.” Görüldüğü gibi yayılmacılık sadece geçmişin bir parçası olarak resmedilmiyor. Bilakis, Türkiye Cumhuriyeti’ni “cihan devleti” yapmak (imparatorluk demeye dili varmıyor, ayrıca ne de olsa modası geçmiş, biraz “köhne” durabilir) bugünün bir projesi olarak önümüzde, “hep beraber Türkiye Cumhuriyeti devletinin yüzüncü kuruluş yıldönümünde burada Söğüt’de buluşacağız ve bir cihan devletinin doğuşuna hep beraber şahitlik edeceğiz”. İnsanları ve coğrafyaları tanzim etmeye çalışan başka “cihan devletlerine” kızarız ama cihan devleti bizimse o zaman sorun yok.

Ayrıca, Davutoğlu bu alıntıda yüz yıllık periyotlar bazında sembolizm yapacağım diye bir hayli zorlamış. Özellikle, 1481’i anlatıya katabilmek için başkaca bir olay bulamayıp, Fatih’in o yılki ölümünü zikretmenin nedensellik içindeki yerini anlamak hayli zor. Sanki Fatih, Davutoğlu 633 yıl sonra bu sembolizmi yapabilsin diye o yıl ölmüş. Ecdadın da bu kadar uzak görüşlülüğü olur. 1581’e gelince, o zamana kadar Osmanlı cihan devleti olmamıştı da o zaman mı oldu? Kanuni demek sağlığından devleti bir cihan devleti yapmayı başaramamış, onun ölümünden sonra devlet cihan devleti olmuş. Halbuki, genellikle tersi söylenir. Neyse, Kanuni’nin ölümüyle 1581 arasında sadece on beş sene var, yüzyıllar içinde nedir ki.... Öte yandan, milliyetçi tarih anlatısında görüldüğü üzere, ‘beğenilmeyen’ dönemler es geçiliyor, susturuluyor. 1581’den birden bire cumhuriyete geçiyoruz, Osmanlı’nın “düşüşü” hikaye dışı.

Bu tür milliyetçi anlatılarda hep rastlanıldığı gibi çizgisel bir devamlılık çatısı kuruluyor ve tabii ki o da yapay. Bin sene evvelki aktörlere bugünün ideolojisinden yola çıkılarak birtakım niyetler, bakış açıları atfediliyor. Hadi geçtim bin yıl evvelsini, bu çizgisellik içinde içinde yaşadığımız cumhuriyet, onun kurucularını mezarlarında ters döndürecek bir konuma yerleştiriliyor. (Yanlış anlaşılmasın o kurucu ideolojiyi savunduğum falan yok tabii ki ama burada önemli olan yapılan çarpıtma). O çizgi gelip bugünün aktörlerine ve tabii ki kendilerine yani iktidar sahiplerine bağlanıyor. Davutoğlu açıkça Oğuz boylarından bugüne kültürel ve siyasi süreklilikten bahsediyor ve bunun bayrağını bugün kendilerinin devraldığını söylüyor: “Bu törenlerin bir boyutu kültürel süreklilik, diğer boyutu devletimizin sürekliliğidir. Türkiye Cumhuriyeti 20. yy’ın koşullarında çıkmış olan nevzuhur bir devlet değildir. Burada 733 yıl sonra bir devletin tohumunu atılışını kutluyoruz. Ertuğrul Gazi’ye bu emanet Selçuklu sultanı Alaattin Keykubat tarafından verilmiştir...Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’da güvenoyu almış bir başbakan olarak Selçuklu’nun başkenti Konya’ya Alaattin Keykubat’ın huzuruna gittim. Anlamı şuydu: TC’nin başkenti Ankara Selçuklu payitahtı Konya ile kardeştir, Ankara Konya’dan esinlenmiştir. Söğüt’e de Ahmet Yesevi’den destur almaya geldin. Selçuklu’dan beri devam eden kültürel ve siyasi sürekliliği korumak için Ertuğrul Gazi’den izin almaya geldim.” E. Gazi Davutoğlu’na izin vermiş mi bilemiyoruz ama Ankara’nın yani cumhuriyetin, Konya’dan yani Selçuklu’dan esinlendiğini söylemek bayağı iddialı. Bilmem Recep Peker, Reşit Galip, Afet İnan ve diğerleri buna ne derdi?

Bu şenlikler ve konuşma hakkında son olarak belki biraz spekülatif ama ilginç bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Burada anlatılan ve inanılan bir “geliş ve yerleşme” hikayesi aynı zamanda ve bilmem daha evvel söyleyen olmuş mudur ama bunun yansıttığı psikoloji, kullanılan dil insana fena halde Thanksgiving’i yani Amerikalıların Şükran Günü’nü hatırlatıyor. Üstüne daha ciddi çalışılması gerekir ve çok farklı yanları da var kuşkusuz ama Avrupalı beyazların Amerika’ya yerleşme hikayesinin başlangıcı anlatılırken kullanılan dil ve yapılan karartmalar çok benziyor. Örneğin Davutoğlu’nun şu sözleri: “Şükürler olsun ki, bu mübarek mekan bize vatan kılındı...Şükürler olsun ki, bu hasat dönemi sadece maddi bir hasat dönemi değildir, manevi bir hasat dönemidir, kültürel hasat dönemidir. Şükürler olsun Rabbimize bu aziz mekanı bize vatan kıldığı için ve rahmet olsun her bir ecdada, bu topraklara aziz kanlarını dökmüş olan her bir ecdada rahmet olsun.” Thanksgiving’te beyazlar Amerika’yı “vatan edinme” hikayesinde beyazları karşılayan yerli halklara yer yoktur. Benzer şekilde Dvautoğlu’nun anlatısında da yerli halklara yer yok. Burası sadece obalarla gelenlerin vatanı mı oldu, oluyor ve olacak? Davutoğlu Türklerin sadece özne olduğunu, nesne ve köle olamayacağını söylüyor. Güzel, peki ama övünüldüğü üzere bu kadar yayılırken kimleri nesneleştirdiler, kimleri köleleştirdiler? Bu anlatıda onları nereye koyacağız?

Velhasıl, belki de en önemlisi şu ki kimilerinin devrimcilik atfettiği bir hareket kendine bin yıllık bir süreklilik atfediyor. O zaman onların zihninde yaşanan olsa olsa bu restorasyondur. Yoksa bunlar da mı tali? Koskoca başbakanın dediklerini ciddiye almayalım mı? Sadece kalabalıkları heyecanlandırmaki için söylenmiş sözler mi bunlar? Öyleyse, o da vahim değil mi?

Not 1: Bu şenlikler her açıdan incelenmeyi hak ediyor. Birilerinin de semiyotik, sembolik (Bakhtin?) açıdan bu şenliklere bakması lazım. Bir enstantaneyi anlatırsam ne demek istediğim anlaşılır herhalde. Bir bando bir Batı formunda, Cumhuriyet’i hatırlatan bir marş çalıyor ve önlerinden kim geçiyor dersiniz? Koyunlar! Bu şenlikler antropologlar, sosyologlar ve bütün sosyal bilimciler için bir maden. Şimdiye kadar yapılmamışsa birilerinin acilen bunu tez konusu yapmsı lazım.

Not 2: Ben Boğaziçi Siyaset Bilimi ve Sosyoloji’de okurken milliyetçiliğe eleştirel yaklaşan derslerimiz vardı. Milliyetçiliğin bütün defolarını orada idrak etmiştik; ama 18. yy.’ın romantik milliyetçi bakışını bugün neredeyse birebir yeniden ürettiğine göre anlaşılan Davutoğlu’nun aynı bölümde okuduğu seksenli yıllarda böyle dersler yokmuş veya Davutoğlu almamış.