Ataerkil siyaset krizi ve kurucu şiddet

Yeni Şafak yazarlarından Ali Bayramoğlu bugünkü (23 Mart Cuma) köşe yazısında, Kürt sorunun derinliğinin ve politik, zihinsel sıkışıklığının kaynağı olan ikili kriz halinden, iki otoriter oluşumdan bahsediyor.

Ataerkil siyaset krizi ve kurucu şiddet

Türkiye'de 'taraf olma üzerinden siyasi algı', her toplumsal ve siyasal gerginlikte önümüze dikiliyor.

Kürt meselesi bu durumun açık örneklerinden...

Nevruz ve sonrasında tablo aynı, siyasette, basında, kamuoyunda görünüm aynı: İki uç kutup iki uç tutum, iki uç açıklama...

Bu kutuplaşma sadece bir mücadele anlayışından ya da gerçeğinden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda tarafların iki ayrı siyaset tanımından, iki ayrı Kürt meselesi tanımından yola çıkmasından ileri geliyor.

Siyasi iktidar aslında kendi açısından Kürt meselesinde oldukça önemli bir yol aldı. İnkar ve gayrimeşru araçlarla mücadele dönemine son verdi, temel hak ve özgürlerin alanını bir ölçüde genişletti, kültürel haklar konusunda kimi adımlar attı.

Bugün şunu söylemek yanlış olmaz:

AK Parti asayiş nesnesi olmanın ötesinde bir Kürt sorunu varlığını kabul ediyor ve bu sorunu çözmek istiyor... Ancak kendi öngördüğü çerçevede, soruna ve çözüme bakışı da doğal olarak bu çerçeveden besleniyor.

Çerçeve şu: Genel bir demokratikleşme çerçevesinde Kürtlerin kimlik haklarını bireysel bazda kullanacağı, kültürel kimliğin önündeki sembolik engellerin kaldırılacağı, bunlar üzerinden ve ayrıca hizmet ve siyaset mekanizmasıyla 'entegrasyon'un sağlanacağı bir 'çözüm'...

Kürt siyasi hareketi ise tamamen farklı bir eksende ilerliyor. Siyasi statü, kolektif haklar, resmi muhatap gibi taleplerden yola çıkıyor, sorun, çözüm, siyaset olarak bunları temel alıyor.

İki uç nokta...

Kürtlerin siyasi beklentisi hükümet tarafından kabul edilemez, siyaset ötesi bir durum olarak algılanırken, hükümetin bakışı da Kürt siyasi hareketi tarafından bir tasfiye stratejisi olarak görülüyor.

Siyasi alanda hiçbir kesişme yok, karşılaşmanın olduğu tek alan ise 'şiddet'... Farklı diller arasındaki gidiş gelişler ise sadece şiddet üzerinden oluyor. Şiddet her iki taraf içinde mücadele etme amacının ötesinde bir rol oynuyor.

Bugün ana sorun da bu...

Nasıl?

Siyasi iktidardan başlayalım. Şiddet ya da sert güvenlik politikaları devlet için ilk bakışta meşru bir tedbir aracı...

Ancak bir adım sonrasında işlevi açısından her anlamda başkalaşıyor. Siyasi iktidarın çözüm projesini ikame eden bir rol oynayacak çapa ulaştığı andan itibaren, bir 'imkansızlığı', hatta bir 'aczi' ifade ediyor. Sorunu tanımlamak ve çözmek için kullanılan 'siyasi araçların yetersizliği ve işlevsizliği' olarak karşımıza çıkıyor.

Bu durumda şunu söylemek yanlış olmaz: Meseleye Ak Parti ya da AK Parti'nin sorumluluğu açısından bakıldığında karşımıza çıkan 'ataerkil siyaset krizi'dir.

Gerçekten de 'talep-karar etkileşimini' dışlayan, sadece istenmeden vermek ve takdir etmek üzerinden yol alan AK Parti'nin siyaset anlayışı en büyük engelle Kürt alanında, Kürt sorununda karşılaşmıştır.

Zira bu alanda politik olarak kendisine oranla simetrik bir duruş ve gücü ifade eden bir aktörler dizisi bulunmaktadır. Böyle bir durumda siyasetin 'öteki'ye 'takdir ederek vermek'ten önce 'öteki'ni 'görme'yi gerektirdiği açıktır.

'Öteki' ise, söyledik zaten, siyasetten, 'almak'tan önce 'tanınma'yı anlamaktadır.

Ancak Kürt siyasi hareketini sadece bu edilgin durum anlatmaz...

Kürt siyasi hareketinin hâkim ya da hâkimiyet arayan bir konumu da bulunmaktadır. Bu konum, bulunduğu alanı, yani Kürtlere ait gördüğü siyasi ve sosyal alanı inşa etmek ve denetlemek arayışıyla yakından ilgilidir.

Ve şiddet bu noktada farklı işlevle karşımıza çıkmaktadır.

Şiddet Kürt hareketi için bir mücadele cihazı olmak kadar, bir 'kurucu araç' olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Kürtler devletle karşı karşıya gelen bir siyasallaşma yaşamakla yetinmiyor, aynı zamanda bir uluslaşma süreci de yaşıyorlar. Ve bu süreç kendi dilini, imgelerini, sembollerini, iç hiyerarşilerini, iç iktidar sahasını ve ilişkilerini üretiyor.

O zaman görmek gerekir ki, Kürt siyasi hareketinin temel ilişkisi sadece devlet ve hükümetle kurduğu çatışma ilişkisi değil, aynı zamanda kendi toplumsal iç dokusuyla kurduğu kurma ilişkidir.

Alan kurmak, ulus kurmak, merkez kurmak...

Bu kurma araçlarından birisi de 'şiddet'tir...

Alan oluşturan ve koruyan, toplum inşa eden simgesel, açık, fiili, kendisinde hak gören 'fiili kuvvet' ve ardından gelen 'gösteri ya da uygulama veya kurgulama' olarak şiddet...

Bu da bir kriz halidir.

Bugün Kürt sorunun derinliği, politik, zihinsel sıkışıklığı biraz da bu ikili kriz halinden, iki otoriter oluşumdan kaynaklanmaktadır.Ataerkil siyaset krizi ve kurucu şiddet

Türkiye'de 'taraf olma üzerinden siyasi algı', her toplumsal ve siyasal gerginlikte önümüze dikiliyor.

Kürt meselesi bu durumun açık örneklerinden...

Nevruz ve sonrasında tablo aynı, siyasette, basında, kamuoyunda görünüm aynı: İki uç kutup iki uç tutum, iki uç açıklama...

Bu kutuplaşma sadece bir mücadele anlayışından ya da gerçeğinden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda tarafların iki ayrı siyaset tanımından, iki ayrı Kürt meselesi tanımından yola çıkmasından ileri geliyor.

Siyasi iktidar aslında kendi açısından Kürt meselesinde oldukça önemli bir yol aldı. İnkar ve gayrimeşru araçlarla mücadele dönemine son verdi, temel hak ve özgürlerin alanını bir ölçüde genişletti, kültürel haklar konusunda kimi adımlar attı.

Bugün şunu söylemek yanlış olmaz:

AK Parti asayiş nesnesi olmanın ötesinde bir Kürt sorunu varlığını kabul ediyor ve bu sorunu çözmek istiyor... Ancak kendi öngördüğü çerçevede, soruna ve çözüme bakışı da doğal olarak bu çerçeveden besleniyor.

Çerçeve şu: Genel bir demokratikleşme çerçevesinde Kürtlerin kimlik haklarını bireysel bazda kullanacağı, kültürel kimliğin önündeki sembolik engellerin kaldırılacağı, bunlar üzerinden ve ayrıca hizmet ve siyaset mekanizmasıyla 'entegrasyon'un sağlanacağı bir 'çözüm'...

Kürt siyasi hareketi ise tamamen farklı bir eksende ilerliyor. Siyasi statü, kolektif haklar, resmi muhatap gibi taleplerden yola çıkıyor, sorun, çözüm, siyaset olarak bunları temel alıyor.

İki uç nokta...

Kürtlerin siyasi beklentisi hükümet tarafından kabul edilemez, siyaset ötesi bir durum olarak algılanırken, hükümetin bakışı da Kürt siyasi hareketi tarafından bir tasfiye stratejisi olarak görülüyor.

Siyasi alanda hiçbir kesişme yok, karşılaşmanın olduğu tek alan ise 'şiddet'... Farklı diller arasındaki gidiş gelişler ise sadece şiddet üzerinden oluyor. Şiddet her iki taraf içinde mücadele etme amacının ötesinde bir rol oynuyor.

Bugün ana sorun da bu...

Nasıl?

Siyasi iktidardan başlayalım. Şiddet ya da sert güvenlik politikaları devlet için ilk bakışta meşru bir tedbir aracı...

Ancak bir adım sonrasında işlevi açısından her anlamda başkalaşıyor. Siyasi iktidarın çözüm projesini ikame eden bir rol oynayacak çapa ulaştığı andan itibaren, bir 'imkansızlığı', hatta bir 'aczi' ifade ediyor. Sorunu tanımlamak ve çözmek için kullanılan 'siyasi araçların yetersizliği ve işlevsizliği' olarak karşımıza çıkıyor.

Bu durumda şunu söylemek yanlış olmaz: Meseleye Ak Parti ya da AK Parti'nin sorumluluğu açısından bakıldığında karşımıza çıkan 'ataerkil siyaset krizi'dir.

Gerçekten de 'talep-karar etkileşimini' dışlayan, sadece istenmeden vermek ve takdir etmek üzerinden yol alan AK Parti'nin siyaset anlayışı en büyük engelle Kürt alanında, Kürt sorununda karşılaşmıştır.

Zira bu alanda politik olarak kendisine oranla simetrik bir duruş ve gücü ifade eden bir aktörler dizisi bulunmaktadır. Böyle bir durumda siyasetin 'öteki'ye 'takdir ederek vermek'ten önce 'öteki'ni 'görme'yi gerektirdiği açıktır.

'Öteki' ise, söyledik zaten, siyasetten, 'almak'tan önce 'tanınma'yı anlamaktadır.

Ancak Kürt siyasi hareketini sadece bu edilgin durum anlatmaz...

Kürt siyasi hareketinin hâkim ya da hâkimiyet arayan bir konumu da bulunmaktadır. Bu konum, bulunduğu alanı, yani Kürtlere ait gördüğü siyasi ve sosyal alanı inşa etmek ve denetlemek arayışıyla yakından ilgilidir.

Ve şiddet bu noktada farklı işlevle karşımıza çıkmaktadır.

Şiddet Kürt hareketi için bir mücadele cihazı olmak kadar, bir 'kurucu araç' olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Kürtler devletle karşı karşıya gelen bir siyasallaşma yaşamakla yetinmiyor, aynı zamanda bir uluslaşma süreci de yaşıyorlar. Ve bu süreç kendi dilini, imgelerini, sembollerini, iç hiyerarşilerini, iç iktidar sahasını ve ilişkilerini üretiyor.

O zaman görmek gerekir ki, Kürt siyasi hareketinin temel ilişkisi sadece devlet ve hükümetle kurduğu çatışma ilişkisi değil, aynı zamanda kendi toplumsal iç dokusuyla kurduğu kurma ilişkidir.

Alan kurmak, ulus kurmak, merkez kurmak...

Bu kurma araçlarından birisi de 'şiddet'tir...

Alan oluşturan ve koruyan, toplum inşa eden simgesel, açık, fiili, kendisinde hak gören 'fiili kuvvet' ve ardından gelen 'gösteri ya da uygulama veya kurgulama' olarak şiddet...

Bu da bir kriz halidir.

Bugün Kürt sorunun derinliği, politik, zihinsel sıkışıklığı biraz da bu ikili kriz halinden, iki otoriter oluşumdan kaynaklanmaktadır.

Kategoriler

Güncel Türkiye Basın