LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Nasıl iyi şeylerden bahsedilebilir ki?

Eğer bir ülkede ‘iyi’den, ‘güzel’den bahsederken insan kendini kötü hissediyorsa, orada bir sorun var demektir. İşim ve alışkanlıklarım gereği bu köşede iyi yemekten, iyi şaraptan, iyi rakıdan, meyhanelerden, kadim ürünlerden bahsederken kendimi suçlu hissetmeye başladım. Cenazede gülen, evin delisine benziyormuşum gibi geliyor.

Yerin metrelerce altında zaman kaybı olmasın diye, yanlarındaki kumanyayla karınlarını doyurmaya çalışan madencilerin yemek yerken öldükleri bir ülkede ne yazılabilir ki?

Enerji yatırımları için, zeytin ağaçları kepçelerle sökülüyor, inşaatın güvenlikçileri ses çıkaranları kelepçelerken, utanmadan, enerjinin büyümemiz için ne kadar önemli olduğunu anlatan, bu inşaatlara karşı çıkanların memleketin gelişmesinden korkan yabancıların piyonu olduğunu söyleyen adamların olduğu bil ülkede, zeytin hasadının başladığından mı bahsedeceğim?

Boğaz’dan, rakıdan bahsetmek istesem, aklıma, tıkış tıkış bir teknede, daha iyi bir yaşam hayali kurarken ölüveren 40 insan geliyor. Televizyon boş can yelekleri gösteriyor, inanılmaz bir soğukkanlılıkla anlatıyordu – çocuklar bu can yeleklerinin içlerinden kayıverip boğulmuş. Ne de olsa ölenler ‘kaçak’tı, fazla üzülmeye gerek yoktu. Denizlerinden balıktan çok ölü topladığınız bir şehirde balık yemekten nasıl bahsedebilirsiniz ki?

Her yerde, yaban domuzu denince, insanların aklına ondan yapılan nefes şarküteriler gelirken, senin şehrinde köprü yapmak için ormanlar kesildiği için evsiz kalan yaban domuzlarının şehre indiğini ve arabalarına altında neredeyse can vereceklerini okuyarak güne başlıyorsan, aklından herhangi lezzetli bir şey geçebilir mi?

Hemen burnumuzun dibinde yaşayan akrabalarının görmezden gelinmesine isyan edenlerden, sokaklarda 40 kişinin öldüğü bir ülkede, insan bir savaşa doğru sürükleniyor hissine kapılmışken, ne yemeği?

Savaş zamanı insanlar lezzet almazlar, karınlarını doyurmaya çalışırlar sadece. O karınlarını doyurdukları şeyin, lezzetle falan alakası yoktur. Kendi kendimizle, doğayla, dışarıdan gelenlerle her yerde savaşırken, lezzetten, güzellikten, iyilikten bahsedilmez.

Savaşın getirdiği belki de tek yemek alışkanlığı, herhalde, olup olabileceklerin en kötüsü olan konservedir. Zaten savaş sayesinde kazanacağın yemek de, en fazla konserve kadar lezzetli olabilir.

Konserveyi 1795’te, Fransa’nın iç güvenlik kuvvetleri komutanı olan, geleceğin imparatoru Napolyon Bonapart icat ettirmişti. İcat ettirmişti diyorum, çünkü bir yarışma düzenleyerek, askerlerin savaşta gıda ihtiyacını karşılayabilecek bir icat aramıştı. Nicolas Appert adındaki, gençliğinde aşçılık da yapmış bir mucit, ısı ile konserve etme yöntemini icat edip ödülü almıştı. 1941 yılından beri, Amerika’da, gıda araştırmacılarına Nicolas Appert ödülü veriliyor; bugün Fransa’da 72 sokak onun adını taşıyor. Ne de olsa, askerlerin açlıktan ölmemesi ve daha fazla düşman askeri öldürmesi çok değerli.

Daha lezzetli şeyleri konuşabileceğimiz zamanlara dair umudumuzu kaybetmemek dileğiyle... Ama her şey böyle devam ederken, nasıl iyi, lezzetli, güzel şeylerden bahsedilebilir ki?