OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Dayatma kavga demektir

Türkiye’nin 20. yüzyıldaki siyasi ve sosyal hayatını anlamak için sorulacak temel sorulardan biri, Kemalist cumhuriyet projesinin ne ölçüde başarılı olduğudur. Burada bu soruyu layıkıyla ele almak tabii ki mümkün değil ama genel bir hipotez olarak şunu ortaya atabiliriz: Devletin ve kitlelerin çıkarlarının, önceliklerinin, beklentilerinin belli ölçüde örtüştüğü meselelerde proje görece başarılı oldu, fakat ne zaman ki devlet geniş yığınlarla çatıştı ve demir yumruğunu kullandı oralarda, ilk andaki başarı görüntüsüne rağmen, başarısız olduğu, zamanla ortaya çıktı. Birinci duruma en bariz örnek, Müslüman olmayanların marjinalleştirilmesi ve nihayet tasfiyesidir. Burada Cumhuriyet, İttihat Terakki’nin başladığı işi seve seve bitirdi ve millet de bu noktada ‘devletiyle bölünmez bir bütün’ olarak hareket etti. Sonunda ‘başarıldı’ ve Müslüman olmayanlar, ‘kaybolmaya yüz tutmuş renkler’ mertebesine indi. Evet, zalimin ve zulmün başarısı bu ama fail açısından gene de bir başarı.

İkinci duruma, yani projenin kitlelerle çatıştığı için başarılı olamayan yanlarına dair en önemli iki örnek ise, tabii ki İslam ve Kürt meseleleridir. İkincisini bu yazı için bir kenara bırakıp ilkinden bahsedecek olursak, Kemalist rejim İslam’ın kitleler ve günlük hayat üzerindeki etkisini kırmak için 1920’lerin sonundan itibaren zor içeren yöntemlere başvurdu. Başvurdu da, sonuç ne oldu? Kemalist rejim tekke ve zaviyeleri kanun zoruyla kapattı, tarikatlar bitti mi? Herkese zorla şapka giydirmeye çalıştı, hatta bunun için adam astı, ne oldu? İlk anda sokakta korkularından kadın şapkalarıyla dolaşan erkekler gibi trajikomik durumlara yol açtı ama Şapka Kanunu zamanla etkisiz hale geldi. 1949-1952 arasında Kayseri yakınlarındaki köylerde etnografik araştırma yapan İngiliz sosyal bilimci Paul Stirling, bütün ‘önlemler’e rağmen tarikatçılığın ne kadar yaygın olduğunu, etrafın şeyhten geçilmediğini anlatır. Benzer şekilde, 1940’lı yıllarda köy öğretmenliği yapan ve bu deneyimlerini anılarında aktaran Mahmut Makal da, kendisinin yarı yaşında ama ‘hafız’ olan birine, köylülerin, kendisinden çok daha fazla itibar gösterdiklerini, biraz da hayıflanarak anlatır. Tabii, genelde Kemalist devrim özelde onun laikleşme adımları şehirlerde kendine daha fazla taban ve destek bulmuştu ama unutmayalım ki o zamanlar nüfusun %75-80’nin kırsal kesimde yaşadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Velhasıl, Kemalist rejimin bastırdığı İslami kültür ve hayat tarzı silinip gitmedi, geri geldi, belki de daha güçlü biçimde.

Bugünkü iktidarın, kendi düşüncesine göre ‘saati geri alma’ çabası da farklı bir sonuç doğurmayacaktır. Tarih ve zaman, isteyince düğmesine basıp oynatacağınız, isteyince duraklatıp sonra kaldığınız yerden tekrar devam edeceğiniz bir video kaydı değildir. Cumhuriyet’i bir parantez olarak görebilirsiniz, teorik olarak bu doğru da olabilir, hatta onun yanlışlarını, ki çoktur, düzeltme çabasına da girebilirsiniz ama bu basitçe 1923 öncesine dönmekle olmaz. Cumhuriyet’in yanlışlarını düzeltmek için takip edilecek yol, demokrasinin, hukukun, hak ve özgürlük rejimlerinin evrensel ilkelerini uygulamaya koymaktır. Halbuki bunun yerine, artık iyiden iyiye anlaşılıyor ki AKP iktidarı, Cumhuriyet’in baskıcı ve dayatmacı yöntemlerini benimsemeyi tercih ediyor, ama bu sefer kendi inandığı ‘medeniyet dairesi’ni dayatmak için. Örneğin, AİHM'in karaları orta yerde dururken din dersini zorunlu biçimde birinci sınıfa kadar sokmak, toplumsal barışı tehdit eder. (O derslerin din dersi değil de din kültürü dersi olduğunu yani bütün dinlere eşit mesafede durarak ‘objektif’ bilgi aktaran dersler olduğunu söyleyenler kusura bakmasınlar ama bunu benim külahıma anlatsınlar.) “Bu ülkenin %99,9’u Müslümandır, bunu canıgönülden ister” diye düşünen yanılır. Nominal Müslümanların hepsi dindar olmadığı gibi, günlük hayatlarında dinin kendilerine dayatılmasına ciddi şekilde itiraz edeceklerin sayısı da gayet fazladır. Tabii bir de milyonlarca Alevi var, onlar da haklı olarak bu gidişata şiddetle itiraz ediyorlar, edeceklerdir. Bu milyonların varlığına rağmen bütün bu dayatmaları yapmak, “Ben kavga istiyorum” demektir. Devletin vatandaşlarını mümkün olduğunca memnun etmesi çerçevesinde din derslerinin okullarda olup olmayacağı tartışılabilir ama bunun zorunlu olması anlaşılabilir değildir ve açıkça bir indoktrinasyondur. Osmanlıca dersi, hakeza. Benim zamanımda seçmeli ders olarak olsa alırdım ama liselerde Osmanlıca dersinin höt zötle zorunlu olması, pedagojiden ziyade kültür savaşlarının bir cephesi olmasıyla ilgili. Devletin kültür çatışmasının tarafı haline gelmesi, o çok önem verilen kamu düzeni için asıl tehdittir.

Kemalist zihniyet nasıl kavgalı ve gergin bir toplum yarattıysa, şu anda iktidarın altyapısını kurduğu, köşetaşlarını döşediği yol da aynı biçimde kavgalı ve gergin bir topluma kaçınılmaz olarak çıkacaktır, hatta çıkmıştır. Bu ülkede devlet herhangi bir zihniyeti, hayat tarzını, dini, ideolojiyi halkın bütününe empoze etmekten vazgeçmediği sürece huzurlu bir toplum olmanın imkânı yoktur.