OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Hükümetin iyiliğini kim düşünmeli?

17 Aralık skandalının birinci yılını idrak ettik. Ve hiçbir şey olmadı. Baba ile oğul arasındaki konuşmaları yıldönümü şerefine bir kez daha dinledim ve Türkiye’nin aymazlık potansiyelini bir kere daha ‘takdir ettim’. Bu kadar ciddi iddialar, mahkeme aşamasına bile gelemeden, savcılığın takipsizlik kararıyla rafa kalktı. Bir sürü kalem de, bütün bunların bir darbe, yani seçilmiş meşru hükümeti yasadışı yollardan devirme planı olduğuna inanmamızı istemeye devam ediyor. Bu tek bir şartla kabul edilebilir, o da bütün yolsuzluk iddialarının, bütün yolsuzluklarla ilgili kayıtların (birkaç tane özel hayatla ilgili kayıt vardı, onlar beni hiç ilgilendirmiyor) yanlış veya yalan olması. Onun dışında ne söyleseler boş. İsterlerse yazılmış bütün hukuk kitaplarını raflardan aşağı indirsinler, o da yetmiyorsa Allah’ın kelamını indirsinler; o iddiaların yanlışlığı ispatlanmadan, ‘darbe’ lafı sadece laftır. Evet, bütün o iddialar yalansa ortada seçilmiş hükümete bir komplo var demektir ve biz de “Darbe” diyenlerle birlikte bunu düzenleyenlerin cezalandırılması için mücadele edebiliriz. Yok, kayıtların yarısı bile gerçekse, darbeyi hükümet kendi kendine yapmış demektir. Bütün bu sonuçlara ulaşacağımız zemin olan mahkeme ise hiçbir zaman kurulamadı. Dolayısıyla, bu girişim darbe mi, değil mi, henüz bilmiyoruz. Efendim, dinlemeler yasadışıymış. Öyleyse o yasadışı dinlemeyi yapanlar da ayrıca yargılansın, suçları sabit görülürse cezalandırılsınlar. Ben bu yüzden o kayıtları görmezden gelemem.

Bir de, hükümetin, barış süreci gibi çok önemli dönüşümlerin, değişimlerin altına girdiği için, yolsuzluk iddialarına ‘kurban edilmemesi’ gerektiği savı var. Evet, doğru, barış süreci hepimiz için önemli, hakkında söz söylerken “Aman, zarar gelmesin” diye titizleniyoruz. Peki de, madem barışın kaderi hükümetin kaderine bağlı, barışı sağlamak gibi zor bir işin altına giren bu hükümet neden kendi üstüne, dolayısıyla barış sürecinin ‘üzerine titremiyor’ da, kendinin, dolayısıyla barış sürecinin, yolsuzluk, rüşvet gibi ‘bayağı, sıradan’ vesilelerle yıpranmasına mahal veriyor? Hükümet barış sürecini çok önemsiyorsa, süreci yürüten taraflardan biri olarak kendi itibarına gelecek zararın barış sürecini sekteye uğratma riski doğurduğunu da bilmeli. Bu kadar önemli bir işin altına girmişse, bir hükümetin kendine, itibarına, güvenilirliğine azami dikkati göstermesi gerekmez mi? Madem barış süreci önemli –ki öyle–, şuraya buraya iki gökdelen, bir alışveriş merkezi, bir köprü daha yapmak uğruna kurban edilir mi? Hükümet yaptıklarını “Çözüm sürecine zarar gelir mi acaba?” diye düşünmeden yapacak ama biz onun yerine onun itibarını kollayacağız ki barış süreci zarar görmesin; onun başka konulardaki bütün hatalarını görmeyeceğiz ve başkalarının da görmemesini söyleyeceğiz, öyle mi? Burada bir tuhaflık yok mu?

Üstelik, hükümetin eleştirilmesi gereken yanları yolsuzlukla da sınırlı değil. İyice ayyuka çıkmış otoriterlik, devletçilik, yıldırmacılık, alıp başını giden, nerede duracağı bilinmez ama düpedüz yayılmacı bir Osmanlıcılık... Davutoğlu’na bakılırsa, cihan devleti olana kadar durmak yok. Geçen haftasonu yapılan AKP Nevşehir 5. Olağan İl Kongresi’nde şunu demiş mesela: “Bizim dedelerimiz, bir cihan imparatorluğunu korumak için yedi düvelle savaştılar. İnşallah sizin nesliniz ve sizden sonrakiler, bizim torunlarımız, yeni bir cihan devletinin, küresel devletin vatandaşları olacak.” Bunun için gene savaşmak mı gerekecek? Böyle bir ima mı var? Yoksa neden yedi düvele karşı verilen savaşa gönderme var?

HDP ve baraj notu: Daha geniş ele alınmayı hak ediyor ama HDP’nin seçime parti olarak girme kararı önemli, değinmeden geçmeyelim. HDP’nin böyle yaparak bir risk aldığı söylenebilir, bu doğru da olabilir ama aynı zamanda, tabiri caizse bombayı AKP hükümetinin kucağına da koymuş oldu. Yüzde 8,5-9 oyla meclis dışında kalacak bir HDP’yle nasıl çözüm süreci yönetilecek? O kitle bunu kolayca sineye çekecek mi? Temsilci gönderemediği Meclis’e “benim meclisim” diyebilecek mi? Oluşan meclis ister istemez meşruiyet sorgulamasına maruz kalacak ve ülke çok daha zor yönetilebilir bir yer olacak. Her ne kadar HDP’nin Meclis’te olmaması, AKP’ye Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğu getirebilme ihtimali olsa ve bu AKP için en iyi senaryo gibi görünse de, aslında, AKP de dahil herkes için en hayırlısı HDP’nin barajı aşarak Meclis’e girmesi.