1915’ten günümüze bir baba-kız hikâyesi

‘Geri Dönüşü Yok’un kapağında Vahram ve Janine Altounian adlarının birlikte yer alması, baba ile kızın 1915’te soykırım kararını veren ve onu uygulayanlara yaptığı bir nanik gibi. Ama baba-kız bu naniğe ne kadar gülebilir! Biz ne kadar gülebiliriz? Evet, hayat devam etti, nesiller sürdü, aileler kuruldu, iyi kötü günler geçti, Ermeni halkı yeryüzünden silinemedi. Ama ne pahasına? Neler kaybedilerek? Hangi yaralarla? Hangi travmalarla?

ROBER KOPTAŞ

Yüz binlerce benzeri içinden bir hikâye. Benzerleri gibi, benzerlerine çok benzeyen; benzerleri gibi, benzerlerine hiç benzemeyen. Kum tanesi, kar tanesi… 

“1915 Ahısdos 10’da, Çorerşadi [Çarşamba] gunu / 1915 senezinden 1919 kadar çekdiimler” diye başlayan bir yaşam öyküsü, hele ki bir Ermeni’nin kaleminden çıkmışsa, yaşadığımız topraklara dair ne çok şey anlatır. Her zamanki gibi, duymak isteyene tabii…

‘Brusa’dan çıktık inek arabasi ila’

O yaşam öyküsü, “Brusa’dan çıkdık inek arabasi ila 10 gunde Kötahya’nın Alayunt ısdasyonuna vardık, orda çadır kurduk” diye başlıyor. Dönüşü olmayan yolun başlangıç noktası ‘Brusa’. Yol, Kütahya, Afyon, Konya, Karaman, Ereğli, Adana, Osmaniye, Halep, Meskene, Rakka, Der Zor diye sürecek. Böyle arka arkaya sayması bile zor, yaşamanın nasıl bir şey olduğunu tahayyül edebilir miyiz?

O yolda önce inek arabası, o yolda sonra bir baba, o yolda bir kardeş yitirilecek, bütün varlık kaybedilecek, anadan ayrılınılacak, anayla yeniden kavuşulunacak, ölümcül hastalıklara düşülecek, ölümcül hastalıklardan iyileşilinecek, aynı yol gerisin geri yeniden kat edilecek. Doğulan yer Brusa’ydı, geri dönülen yer ise Bursa olacak.

İşte o Bursa’da hayat sürmenin artık yolu kalmadığından, 1915’ten önce diğer iki kardeşin göç etmiş olduğu Lyon’a kaçılacak, orada yeni bir hayat kurulacak. Ardınızda, elinize tutuşturulan Nansen pasaportunda yazdığı gibi “Avdeti caiz olmayan” bir ülke, yani dönüşü olmayan bir hayat bıraktığınız bir hayat ne kadar yeni olabilirse…

Aras Yayıncılık’tan çıkan ‘Geri Dönüşü Yok’ bir baba ile kızının imzasını taşıyor: Vahram ve Janine Altounian. ‘Baba’ Vahram, 1901’de doğmuş. 1915’te, 14 yaşındayken, babası Abraham, annesi Nahide ve kardeşi Hayk’la birlikte, yaşadıkları Brusa’nın Setbaşı mahallesinden, binlerce Ermeni’yle birlikte sürgüne, ölüme gönderilmişler. Dönüşü olmayan yola. “1915 Ahısdos 10”da…

Sonrası, kimilerine göre hâlâ ‘sözde’ bir hikâye. Ya da, insanlığın yüzlerce yıllık mücadelesinin ürünü olan ifade özgürlüğü kazanımlarının üzerinde kanlı ayaklarla utanmazca tepinilerek haykırıldığı gibi ‘Emperyalist bir yalan’…

Babanın 1920’lerin başlarında, Lyon günlerinde, “1915 senezinden 1919 kadar çekdiimler” diyerek, Ermeni harfleriyle Türkçe tuttuğu defteri, yıllar yıllar sonra, yeni ülkede doğup yazar ve çevirmen olan kızı Janine gün yüzüne çıkarıyor. Janine, ailesinin geldiği yeri anlatan bir kara delik misali gizemle duraduran metni anlayabilmek için önce Fransızcaya çevirtiyor; sonra da, uzun uzun düşünüp taşınıyor ve, kitap olarak yayımlamaya karar veriyor.

‘Geri Dönüşü Yok’un kapağında Vahram ve Janine Altounian adlarının birlikte yer alması, baba ile kızın 1915’te soykırım kararını veren ve onu uygulayanlara yaptığı bir nanik gibi. Ama baba-kız bu naniğe ne kadar gülebilir! Biz ne kadar gülebiliriz? Evet, hayat devam etti, nesiller sürdü, aileler kuruldu, iyi kötü günler geçti, Ermeni halkı yeryüzünden silinemedi. Ama ne pahasına? Neler kaybedilerek? Hangi yaralarla? Hangi travmalarla?

Vahram Altounian, nihayet güvenli topraklara, Fransa’ya vardığında, o fırtınalı dört yılda yaşadıklarını bir deftere kaydetti. Duygusal ayrıntılara girmeden, hikâyeyi hiçbir şekilde süslemeden, kurgulamadan… Bir hayatta kalım güncesiydi kızına ve bizlere bıraktığı. Anlatmak isteyen ama suskun bir metin. Konuşan ama konuşkan olmayan bir hikâye… Başta dedik ya, duymak isteyene…

Bütün ölümlerin, kardeşi, anneyi, babayı kaybetmelerin arasında, hastalıklarla boğuşan, can almak üzere etrafta dolaşan çakalların ellerinden kurtulmaya çalışan Vahram, hayatta kalma uğraşını başka her şeyin üzerinde tutarken, duygularını da bir kenara koyuyor adeta. Herhalde aksi halde hayatta kalamayacağını hissettiğinden… Babasının hikâyesini kitabın ikinci bölümündeki makaleler yardımıyla incelemeye ve açmaya çalışan Janine Altounian da işte tam bu ruh halini anlamaya çaba gösteriyor.

Memlekette doğmuş babasının “çekdiimler”inin üstesinden nasıl geldiğini idrak etmeye uğraşırken, aslında, nesilden nesle aktarılan sözlü-sözsüz bilgiler yoluyla kendisini şekillendiren, var eden koşulları da kavramaya çalışıyor Altounian. Öyle  ki, babasını anlama çabası, yıllar sonra, daha önce gitmeyi hiç düşünmediği Bursa’ya ziyaret etme fikriyle, adeta kaynağına, o kara deliğe dönüyor.

‘Bir tür’ barışmanın kapısı

Bursa’ya gittiğinde hissettikleriyle, babasının yaşadığı yolculuktan geri dönüşün gerçekte mümkün olmadığını çok daha iyi anlayan Altounian, bir yandan bu kaybı kişisel hikâyesinde yerli yerine oturtmaya çalışırken, bir yandan da babasının memleketiyle, orada konuşulan Türkçeyle ve oranın insanlarıyla pekâlâ bir arada olabileceğini hissederek, ‘bir tür’ barışmanın da kapısını aralıyor.

Fakat ne yazık ki, bedeli çok yüksek ve içi çok ama çok boşalmış bir barış bu. Bu yüksek bedel ve içi boş boşluk da, “geri dönüşü olmayan” her şeyin altını bir kez daha çiziyor. Evet, umutsuz; ama “geri dönüşü olmayan” tam da bu demek değil mi? 

Geri Dönüşü Yok
Vahram ve Janine Altounian
Çeviri: Renan Akman
Aras Yayıncılık
192 sayfa.