KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Bir 2015’e neler sığar?

Rakamların simgesel gücü öteden beri bilinir. Dinler, bu güçten kendi mistik etkilerinin artırmak için yararlanırken, ulus-devletler de ortak tarih bilincini belli günler üzerine inşa ederler. Bu bağlamda 2015, Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümü olması hasebiyle, meseleyi her zamankinden daha yoğun olarak gündeme taşıyor.

Yüzyılın simgesel gücünü iyi bilen Türkiye devleti de, besbelli resmî inkâr politikasını daha incelikli rötuşlarla ortaya koymanın hazırlığında. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 18 Mart 1915’te başlayıp 1916 yılının Ocak ayının sonuna kadar devam eden Çanakkale Savaşı’nın yıldönümünü, 24 Nisan’da anma hazırlığında. Bu vesileyle Türkiye’ye davet edilen 102 dünya lideri arasında, Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan da var.

Sarkisyan’ın 24 Nisan 2015’te, Erdoğan’ı Ermenistan’daki soykırım anıtında buluşmaya çağırması üzerine, Erdoğan da çok incelikli bir siyasi hamlede bulunmuş oldu. Öyle ya, Çanakkale’de Osmanlı ordusu saflarında yer alan Ermeni askerlerine gönderme yapan böylesi bir davete ne denebilir? Arka plandaki aşikâr niyeti bilince, elbette çok şey denebilir. Nitekim, Sarkisyan da cevabi mektubunda, Türkiye’nin tarihi saptırma araçlarını her geçen yıl ‘geliştirdiğini’ vurgulayarak, “Uluslararası barış çağrısı yaparken size tavsiyem, dünyaya Ermeni Soykırımını tanıması için bir mesaj göndermeyi de unutmamanızdır”  dedi. Yerevan’da yapılacak ‘Soykırım’ın 100. Yılı Anması’na Erdoğan’ı çağırdığını da hatırlatan Sarkisyan, “Bizde davete yanıt almadan, davet edilenin evine misafir olmak âdetten değildir” sözleriyle, manevrayı gördüğünü ilan etmiş oldu.

Yine bu dönemde, TBMM Başkanı Cemil Çiçek de konuya ilişkin olarak dünyanın pek çok ülkesinde ‘Ermeni lobisi’nin başlatacağı ataklara karşı, Türkiye’nin kapsamlı bir eylem planı yürüteceğini bildiriyordu.  “Elin oğlu, aslı olmayan bir soykırımı için 2015 yılını hedef alarak tüm dünyada bir kampanya yapıyor” diyen Çiçek’in, 2015’te Türkiye’nin ciddi bir karşı lobi faaliyeti yürütmesi gerektiğini ifade ettiği basında yer aldı.

Lobi ucubesini bir yana koyarsak, elimizde birbiriyle yarıştırılan kurban rakamları gibi bir utanç ve şu meşhur ‘tarihin tarihçilere bırakılması’ tezi var. Bilmem ki, bizler bu hayatta neler yaşadığımızı fala bakar gibi tarihçilere bakarak mı öğreniyoruz? Aile hikâyelerinin o kahredici, o vurucu gerçekleri tarihçilerin kurullarında değerlendirildikten sonra geçerli, soykırım da parlamentolarda kabul edildikten sonra hakiki mi olacak? Ne de olsa halen ‘asılsız Ermeni Soykırımı iddiaları ile mücadele’ gibi veciz bir tamlama var ve gerçek niyeti tercih edilen ifade kalıplarından daha iyi anlatan hiçbir şey de yok.

Beri yanda, ortaöğretimde okutulan tarih kitapları, hâlen inkâr politikasının taşlarını döşemekle meşgul. Ermeni halkına karşı nefret uyandıran düşmanca ifadeler, yaşanan bunca acıya karşın inatla varlığını sürdürüyor. ‘Kışkırtılmaya açık, ülkemizi bölmek isteyen, düşmanla işbirliği yapmış’ Ermeni imgesi zihinlere kazınırken, Ermeni halkının da emellerine ulaşmak için topyekûn bir yalan uydurduğu anlatılıyor. Dünyanın dört bir yanına dağılmış hâliyle varlığını koruma ve sürdürme mücadelesi veren Ermenilerin, toplu trans hâlinde yalan bir tarihi nasıl ve neden yarattığı tam bir muamma. Sonuçta, ortada tazmin edilemeyecek bir kayıp, telafi edilemeyecek bir yıkım var.

Ermenistan ve Diaspora’nın 2015 için hazırladığı ortak deklarasyona bakmak,  beklentinin ne olduğunu anlamak için yeterli. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan Ermeni Soykırımı’nı tanımaya ve kendi tarihiyle yüzleşmeye çağrılıyor. Tarihi hep birlikte yaşayıp yarattığımıza göre, aslında talep edilen, bir insanlık suçunun kabulü üzerinden farklı bir gelecek kurma umudu… IŞİD’in diri diri insan yaktığı, kafa kestiği bugünlerde, tarihe art niyetsiz, siyasetsiz temiz bir bakışın önemi daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor. Gün gelecek, birileri de bizim bu zamanımızın kaydını tutacak. Ve koca bir insanlık olarak, çağdaşlarımızla birlikte bizden geriye hakikatin kalmasını istiyor olacağız. Aksi hâlde yaşadığımızı, bu kainat üzerinde var olduğumuzu kanıtlayamayız. Yalanın meşruiyeti yoktur ki, cürmü kadar yer yakar, yakarken de yok eder.

Bir 2015’e neler sığar diye bakıyorum. Açıkçası umutlu olmak için hiçbir sebep yok. Umut olmadan devam etmenin imkânsızlığı yüzünden, kayıt işlemime devam ediyorum. Sessizlerin, suskunların sesi duyulsun diye…