Edirne Sinagogu'nu açmak için yola çıkan 800 Sefarad ve 5 numaralı otobüs

Riva Hayim, hayatında ilk defa Sinagog açılışı görmek için gittiği Edirne'yi, bu yolculukta kendisine eşlik eden Sefarad dostlarının hikayelerini ve topraklarına yıllar sonra geri dönenlerin hislerini Agos'a anlattı.

Hayatımda ilk defa sinagog açılışı görecektim. Bugüne kadar, sinagoglarımız terör saldırıları sonrası sessiz ve hüzünlü açılır diye bilirdim. Bir terör saldırısı sonrası,“Neve Şalom Sinagogu tekrar açıldı? Gidecek misin?” diye sorduklarında “Yok hemen gitmek istemem ben, zaman geçsin belki bir gün”diye cevap vermiştim. 

Belki de hafızamdan kötü anıları atmak, belki de nefret söylemlerinden silkelenmek için Edirne Sinagogu açılışını günlerdir bekliyordum. Hepimizin de bu açılışa çok ihtiyacı vardı sanırım. Saat sabahın beşinde, hep birlikte açılışa gitmek için bizi Edirne’ye götürecek otobüsleri bekliyorduk

5 numaralı otobüsü beklerken, restorasyon aşamasında rol alan Rubi- Rozi Asa çiftiyle tanıştım. Çok heyecanlılardı. “Bizler proje aşamasından beri çalışıyoruz” diyip ve eklediler, “Projemiz 2, hikâye ise 10 yıllık.”  Gülüştük, hep birlikte otobüslere binip polis eskortuyla yola çıktık.

Sinagog restorasyonunda çalışmış Rubi- Roza Asa

*******

İda’nın cevizli börekitazları

Sabahın beşinde, 5 no’lu otobüste uyumayı hayal ediyordum. Gözlerimi kapadım. Birden mikrofon sesi geldi, Sefarad bir kadın kendini tanıttı: “ ABE GÜNAYDIN! Ben İda Benromano. Edirne Yahudisiyim ben. (alkışlar koptu) Dinleyin! Bizim Edirne’de çok keyifli bir yaşantımız oldu. (anlaşıldı, uyuyamayacaktım). Aron Kasuto arkadaşımla birlikte Edirne’de büyüdük. Onlar da bugün İsrail’den bizimle geldi. Özledikçe dönem dönem Edirne’ye nostaljik geziler yaptık, son gittiğimde mezarlığımızın hali ne yalan beni çok ağlatmıştı. Biliyor musunuz? Genelde kişisel hiç problem yaşamadık biz komşularımızla. Buraya iş için gidip gelenler var. Biliyorum ki Edirne halkı, komşularımız bizi onlara sorar.  Annem Uzunköprülüydü benim. Babam Edirneli. 1934 yılında Trakya olayları olduğu vakit, annem memleketinden en son ayrılanlardan. Annem terziydi; belediye reisi ve kaymakam eşlerinin elbiselerinin dikişini bitirmeden annemin şehirden ayrılmasına izin verilmemişti. Teyzemi  de – ki çok güzeldi- talika (at arabası) ile şilteye sarıp öyle kaçırmışlar. Annem derdi ki “ Teyzeni şilteye saklamıştık, köprüyü gizlice geçecektik. O  köprüyü geçişimiz sanki bin yıl sürmüştü.O zaman anladım neden oraya Uzun Köprü diyorlar.” Edirne’nin çok güzel bir kültürü vardı. Cudaik (Yahudi) bir kültürü vardı ama komşuluk, yardımlaşma ve paylaşma duyguları çok önemliydi. Köylü ağaları ve çocuklarıyla dostluğumuz olurdu. Sonbahar geldiğinde traktörler kapımıza dayanır, kışlık karpuzlar minderlerin altına atılırdı. Edirne’de ananelerimizi takip ederdik. Evlerimizin tavanları  4-5 metre yüksekliğindeydi ve tavanlarımız işlemeliydi. Her hamursuz bayramında, evlerimizi boyardık, annelerimiz fırınları temizler,  bizler için bayram yemekleri hazırlardı. Komşularımızla birlikte bayramlarımızı kutlardık. Edirne’de sosyal hayatımız da çok güzeldi. Çok güzel kütüphanelerimiz vardı. Rahmetli Rafael Pinto hahamımızdı bizim. Şimdi gideceğimiz sinagogda ne bayramlar kutladık biz. Çocukluğumuzun ilk dini bilgilerini şimdi gideceğimiz sinagogda aldık. Cevizli börekitaz tatlısı vardır, şerbete batırılır. Bu Edirne işidir. Bir tat, bazen bir koku her şeyi hatırlatır. İşte ben de Edirne’deki hayatımı ne zaman hatırlamak istesem arkadaşlarıma cevizli börekitaz yaparım” dedi İda ve durdu,  sesini ayarlamaya çalıştı, “Kalbim her zaman Edirne’de kaldı benim.” (Bazılarımızın gözüne bir şeyler kaçtı) Daha sabah altıydı ve biz  Türkiye’deki en duygusal otobüsü olma yolunda ilerliyorduk.

İda Benromano “ Kalbim her zaman Edirne’de kaldı benim”

*******

Sinagoguyla vedalaşan haham

Camdan İda’nın dediklerini düşünürken  bize eşlik eden polis arabalarına bakıyordum. Bu sefer mikrofonu başka bir Sefarad aldı: “Merhaba ben David Azuz. (Çoktan uykuyla vedalaşmıştım).1965 senesinde Edirne’ye rav (haham) olarak tayin edildim. O zaman 24 yaşındaydım. Tam beş sene, Edirne Sinagogu’nda hahamlık yapıp, oradaki gençlerimize mümkün olduğunca kültürümüzü öğretmeye çalıştım. O sinagogda çok güzel güler geçirdik biz.  Dün gibi hatırlıyorum, 1969 yılının Nisan ayında şimdi gideceğimiz Edirne Sinagogu’nu son kez açan bendim.  İnşallah vedalaştığım sinagoguma döneceğim  ve yıllar sonra bugün tekrar  sinagogumuzda dua okuyacağım. Çok mutluyum!” (5 numarada iç çekme sesleri, çaktırmadan ağlayanlar var).

Rav David Azuz “ Sinagogu 1969’da son kez açtım ve şimdi bugün tekrar açacağım

*******

Ciğercinin yağı

Derken başka bir Sefarad mikrofonu alıp konuşmaya başladı. “ Buraya restorasyon için çok gidip geldim. Bir gün öğle yemeği için bir ciğerciye girdim, kendime bir porsiyon ciğer söyledim. Garson bana sordu “Ziyaret sebebiniz nedir?” diye. Ben de çekinerek”sinagog ” dedim.  Derken usta ciğer pişirdiği yağı döktü. “Ne yapıyorsunuz, niye döktünüz?”diye sorduğumda “ Biz eski dostlarımız için ciğerimizi başka yaparız” cevabını aldım. İşte böyle.. Edirne halkı başkadır, vefa borcumuz var onlara bizim. Edirne’yi çok seviyorum ben. Bunu size söylemek istedim.” (5 numaralı otobüste insanlar birbirine kağıt mendil uzatmaya başlamıştı).

*******

Köylülerle yağmur duasına çıkan cemaat başkanı

Bizim  otobüs bir yazar ya da senarist için hazineydi sanırım. Otobüsteki mikrofon elden ele dolaşıyordu. En son, Edirne’yi terk etmeden orada görevli son cemaat başkanı Yuda Romano’nun torunu  İgal Romano anılarını anlatmaya başlad: “Ben her gün sinagog yenilensin diye dua ederdim . Orayla bir sürü anım oldu. Mezarlığımızı istimlak etmek istedikleri zaman Edirnelilerin cemaat başkanı  olan büyükbabam yetkilileri kararından vazgeçirmek için dedi ki “Yapmayın. Bu mezarda dünyaca ünlü hahamlar,din adamlarımız, alimlerimiz var”. Hiç unutmam o zamanki vali istimlak kararını çıkardığının ertesi günü, vefat etti. Yine de alınan istimlak  kararı uyguladılar. Mezar taşlarımızı çaldılar, sattılar. Bir haham 10 talebesiyle birlikte bu mezarlıkta yatardı. Düşünün ki ne kadar değerliydi tarihimiz için.  O hahamın ismi Rav Dezannuvyas’tı. Köylüler gelirdi  dedeme hatırlarım, “O hahamın mezarına gidelim de birlikte dua edelim,ekinlerimiz için yağmur yağsın “ derlerdi. Mezarlıkta bir delik vardı, oraya gider mezarlıktaki o oluktan yağmur yağsın diye içine su atardık. Hiç unutmam bir gün köylülerle birlikte yine yağmur yağsın diye su dökmüştük ve daha mezarlıktan çıkmadan yağmur yağmaya başlamıştı.

Edirne çok değerli bir yerdir. Biraz sonra yürüyeceğimiz Edirne  sokaklarında eskiden felsefe, din, tarih konuşulurdu. Trakya olaylarının olduğu dönem,buradaki kütüphanemiz yağmalandı bizim. Fransız klasiklerini kese kağıdı yaptıklarını gördüm. Sokaklarda kitaplarımız parçalanmış, yere atılmıştı. Kurtarabildiklerimi güvenli bir şekilde sandıkladım ve yolladım. Kitaplarımızı emin yerlere ulaştırdım”diyerek konuşmasını sonlandırdı.

En önde biri hüngür hüngür  ağlıyordu. Belki de kütüphanede çalışıyordu. Bilemedim… (5 numaralı otobüs, güneş gözlüklerini takmıştı. Artık kimin ağladığı belli değildi.)

İgal Romano:  Ben her gün sinagog yenilensin diye dua ederdim.

*******

Artık sinagog resmi çizebileceğim

Edirne’ye vardığımızda esnafa, polislere el salladık. Bizi çok güzel karşıladılar. Otobüsten indik.  Hepimiz sanki her gün bir sinagog açılışına gidiyormuş gibi ibadethanemize doğru yürümeye başladık. Bizim otobüsle seyahat edenler, kırmızı burunlu ve güneş gözlüklüydü. Mimar Rubi- Rozi Asa çifti önümde yürüyorlardı,ikisinin de yüzleri gülüyordu. Ladino, İbranice, Fransızca, İngilizce ve Türkçe dillerinde herkes sinagogumuza bakıp  aynı şeyi söylüyordu: “Çok güzel!”

Hayatımda ilk defa sinagog dışarıdan neye benzer gördüm ben. Genelde binalar arasına saklandığından veya güvelik nedeniyle korumalı olduğundan, Türkiye’de bir sinagogun dış cephesi tam olarak neye benzer hiç fikrim yoktu.  Terör olaylarından sonra patlamaya dayanıklı duvarlar arkasında dua eder olmuştuk. Kilise çizerim, cami çizerim ama sinagog çizmeyi bilmediğimi fark ettim. Şimdi sinagog çiz deseler ne çizeceğimi biliyordum artık.

*******

Canlı yayında Sefarad usulü halay çektiğim sıradan bir gün

İçeri girdiğimizde dünyanın dört bir tarafından gelen Yahudiler birbirine sarıldı. Haremlik selamlık oturma düzeni olduğundan kadınları üst kattaki balkona davet ettiler. Erkekler ise Tanrı’nın adının düğümlerle işaretli olduğu düğümlü şala benzeyen talletleri üzerlerine geçirdi.  Her Yahudi erkeğinin sabah yapacağı sabah duasının hazırlıkları yüzler gülerek başlamıştı. Cemaat Başkanımız İshak İbrahimzadeh  ve hahamlar, cemaati karşılarken sanırım en mutlu günlerinden birini yaşıyorlardı. İlk duayı hep birlikte yaptık. Tevrat, gelecek nesillere aktarması için küçük bir çocuğa teslim edildi. Duamız bitmişti  ve sinogoda  müzik çalmaya başladı. Biz Sefaradlar  mutlu olduğumuzda  dans ederiz. Bu geleneği yine bozmadık. Sinagogda el ele verdik ve dans etmeye başladık. Ben de çantamı bir yere fırlattım ve hora (Sefarad düğünlerinde yaptığımız  halayı) yapmaya başladım. Halay çekerken canlı yayına çıktığımı bir arkadaşım söyledi. Tüm Türkiye’nin önünde halay çekerek güne başlamıştım.

*******

Doktor Şimon’un kemiklerini bulamadık

Önce Selimiye Camii’ni ziyaret ettik. Selimiye Cami ziyaretimizde baş imam bizi ağırlarken şöyle seslendi “Değerli misafirlerimiz, yeni ibadethaneniz hayırlı olsun. Edirne’ye hoş geldiniz,sefa getirdiniz.”

Camiden mezarlığa gitmek için yola koyulduk. Cemaatler bilirler, azınlık mezarlıkları çaresizdir. Zamanla yalnızlaşır. Genelde  bir akrabamızın kemikleri otoban,meydan, viyadük ya da parkın altındadır. Tam bunları düşünürken otobüste anons yapıldı:  “Mezarlıklarımızın etrafı artık çitle çevrili, bakımı yapılmıştır. Taşları yerleştirdik. Herkes akrabalarını arayabilir. Akrabalarını arayacaklar lütfen isimlerini listeye yazdırsın”.

Herkes otobüsten indi ve koşarak mezarlığa girdi. Geride kalmış bir taş, bir isim..belki bir umut.. Farklı ülkelerden gelen insanlar taşlar arasında koşturup akrabalarını arıyordu. Yaşılar birbirlerine tutunuyordu. Rum mezarlığından gelen taşlar mezarlığımıza misafir olarak konmuştu. Olsun, artık Rumların da Musevi arkadaşlarıyla birlikte devlet korumasında dünyada izi kalmaya devam edecekti.

Bir köşede bir grubun bir taş etrafında toplanıp şöyle tartıştığını duydum “Bu şimdi Romanyot Yahudisine mi ait yoksa Rum’a mı ait?”.

Biri kalabalıktan bağırdı”Büyükbabamı buldum! ‘6 Mart 1960! Bugünle aynı gün...işe bak..”.

İki yaşlı kadın birbirinin koluna tutunarak taşlar arasından seslendi: “Afadersiniz? Eskinazi soyadlı taş görürseniz haber verir misiniz? Babam kunduracı Mişon? Tanıyan? Gören oldu mu?”

Bir Amerikalı ise taşın başında “She’s my relative” (Benim akrabam) diye ağlıyordu. Amerika’dan akrabasının mezar taşını görmeye gelmişti. Akrabarıyla buluştuğuna inanamıyordu.

Başka bir taşın üstüne dünyada sayılı kalan Raşi alfabesinde yazılmış Ladino tabletler gördük.  Bunlar sadece mezar taşları değildi. Önümüzde Edirne’nin tarihi yatıyordu.

Bizim otobüsten İda BenRomano bana seslenerek bir taşı gösteriyordu. “Gel, Bak! Babanemi buldum, hala burada işte! Tam burada yatıyor!” 

Mezarlıkta akraba arama sahnesi o kadar acıklıydı ki oradan ölüler için okunan Kadiş  duamı okuyup çıkmaya karar verdim. Çıkarken birinin şöyle dediğini duydum” Doktor arkadaşımı bulamıyorum. Şimon..yakın arkadaştık..evlerin altında kaldı sanırsam. Biri yardımcı olabilir mi?”.

Eski mezarlık arazisi üzerinde yapılmış  site ve düğün salonuna baktım. Bir insan neden mezarlık arazisinin üstünde yaşayıp orada evlenmek ister ki? “Neyse” dedim içimden. Çitler arkasında kalabilenler şanslılardı. Kimsesiz mezara bir çit çekmek, mezar taşlarını korumak nelere kadirmiş. Azınlık mezarlıklarını koruma kararı alanlara, mezarlıklarımıza bakım yaptıran devlet büyüklerine hislerim umarım ulaşır.

Akrabalarımızı, arkadaşlarımızı arıyoruz. Belki bir umut..

*******

Keçi boynuzları çalıyor

Geride sevdiklerimizin kemiklerini bırakarak, yeni sinagogumuza  varmak için ikinci kez  yola çıktık. Bu sefer hepimiz sinagogun yolunu öğrenmişti.  Dedelerimizin yürüdüğü yolardan yıllar sonra tekrar yürüyorduk. Mermer basamaklardan çıkıp, içeri girince Cemaat başkanımız İshak İbrahimzadeh’in yanında Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ı görünce mutlu olduk.  Diğer dinlerin temsilcileri de bu güzel tabloya eşlik ediyordu. Bir tarafta dünyada savaşlar patlarken, Edirne Sinagogu’nda barışa ve kardeşliğe  yönelik tarihi konuşmalar gerçekleşiyordu. Böyle bir tabloyu görmeye o kadar ihtiyacımız vardı ki.

Törenin sonuna doğru, David’in Mezmurları (Mizmor Le David)  eşliğinde el yazması bir Tevrat sinagoga törenle getirildi. Bir yandan da şofarlar çalındı. Şofar,  vuvuzella gibi ses çıkaran koç  boynuzundan yapılan bir enstrüman. Hazreti İbrahim’in oğlunu kurban etmek üzereyken gökten inen koçu temsil eder. Bu boynuzla çıkarılan notalarla Tanrı’nın ismi çalındı.  Hepimiz ellerimizi kaldırıp dini kitabımıza bağlılık yemini ettik. Tevrat’ı sinagoga taşıyan, beyazlar içindeki Türkiye Hahambaşımız İshak Haleva’nın oğlu Rav Nafi Haleva’nın gözlerindeki sevinci hiç unutmayacağım.  Devlet adamları, politikacılar, vakıf temsilcileri hepimiz bir aradaydık. Farklı medya grupları da gelmişti.

O gün, yalnız bırakılmamıştık.

Tören bitiminde Tevrat’ı  eskiden durduğu yere tekrar dolabına kaldırdık. Herkes Tevrat’a dokunup, güzel dileklerde bulundu.

Tören bitmişti. Bu sefer  yine dans  ettik. Çünkü biz Sefaradlar dans etmeyi, şarkı söylemeyi severiz.

Ve sonuçta:

Börekazcı İda babaanesini tekrar görmüştü.

Rav David Azuz yıllar evvel kapattığı ibadethanesini tekrar açmıştı..

Rubi- Rozi Asa çifti emeklerinin sonucunu görmüştü.

Ben de bu ülkede önümde umut dolu bir gelecek gördüm.

Sinagog açmanın oy getirmediği, eleştirildiği dönemde bugünü bize yaşatan, emeği geçen herkese teşekkür ederim.

İyi ki varsınız.

Biz çok ağladık, dans ettik, yakınlarımıza sarıldık, dua ettik…

Bilmenizi isterim.

İmza: 5 numaralı otobüsten  bir Sefarad

Kategoriler

Güncel Azınlıklar



Yazar Hakkında