YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

“Operasyon” ve sonrası

Salı günü Çağlayan Adliyesi’nde meydana gelen olaya devletin verdiği tepki ve sonrasında oluşturulmak istenen ‘huzur ve güven ortamı’ manidardır.

Berkin Elvan’la ilgili soruşturmanın ilerlememesi gerekçesiyle Adliye’ye giren silahlı iki kişi, dosyaya bakan Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı rehin almışlar ve bazı talepler ileri sürmüşlerdi. Bunun üzerine, bir pazarlık süreci yaşandı. Akşam bir operasyon düzenlendiğini ve savcıyı rehin alan iki silahlı kişinin öldürüldüğünü, savcının da ağır yaralandığını öğrendik.

Emniyet yetkilileri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan odadan silah sesleri gelmesi üzerine operasyonun başladığını söylediler, ancak olanları sıcağı sıcağına bildiren muhabirler önce bir patlama sesi duyduklarını, operasyonun sonra başladığını anlattılar. Bu anlatım, operasyona önce karar verilmiş, sonra buna uygun bir anlatım üretilmiş olması ihtimalini akla getiriyor. Savcının hastaneye gittiğinde zaten hayatını kaybetmiş olması da.

Bu eylem ve onun sona eriş şekliyle ilgili her türlü ihtimali hesaba katabiliriz, bu önemli bir mesele. Ama önümüzde aynı çapta bir mesele daha var: Devletin ‘şiddet’le kurduğu ilişki. Şu notu düşmekte fayda var: Berkin Elvan davasının bu yöntemle ilerlemesini savunacak değilim. Hukukla kişisel ve siyasal olarak kurduğum ilişki buna izin vermiyor. Ancak, eğer Türkiye’yi modern bir toplum ve bu devleti de şiddet tekelini elinde tutan bir modern devlet olarak düşünürsek, bu tip eylemlere bir devletin nasıl yaklaşması gerektiğini de uzun boylu hesaba katmalıyız.

Şiddeti benimsemeyebiliriz. Fakat bir devlet bu tür bir eylemden kendi şiddetinin sorgulanamazlığını pekiştirmek için faydalanıyorsa, demokratik bir toplumda devleti bu açıdan sorgulamak isteyenler çıkacaktır. Bu kaçınılmaz.

Bu açıdan baktığımızda, AKP devletinin, klasik Türk devletinin reflekslerini gayet iyi biçimde sahiplendiğini, bu olayı kendi ‘iç güvenlik’ sistemi için bir tramplen gibi gördüğünü söyleyebiliriz. Olaydan sonra Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı “Kim olursa olsun, ne niyetle olursa olsun, sokağa izinsiz şekilde çıkarak ülke güvenliğini tehdit edene karşı müsamaha gösterilmeyecektir. Bir dakika dahi müsamaha gösterilmeyecektir” açıklaması, İç Güvenlik Paketi’ni AKP’nin ne şekilde kullanmak istediğinin bir özeti niteliğinde.

Saldırı sonrasında AKP medyasının takındığı dil ve ‘operasyon’ları hukuki düzeyde sorgulayanların tıkıştırılmak istendiği torba, kestirme yoldan söylersek, 90’lar devletinin reenkarne olmuş halidir. O zamanki operasyonların nasıl bir atmosfer içinde icra edildiği dün gibi aklımızda. Aynı sorgulanmaz devlet aklı o zaman da hüküm sürmekte, devletin girip herkesi öldürüp çıktığı operasyonlar o zaman da alkışlanmakta, polisler o zaman da en üst makamlar tarafından kutlanmaktaydı.

Devletler, modern devletler, ‘terör’e ihtiyaç duyar. Kendi şiddet tekellerini yeniden kurmalarının kutsanmasıdır bu. Bunu biliyoruz. Ve meselemiz de burada başlar. Çünkü bir devlet bunu istediği anda, karşısında savaşacak birilerini mutlaka bulur. Bunu öğrendiği anda elini daima artırır. Başta bahsettiğimiz meseleye burada geliriz işte. Çünkü devlet bir aşamadan sonra toplumdan tam bir rıza ister. Tek bir çatlak ses bile teröre destek olarak görülür ve devlet bu kez ‘çoğunluğu’ da arkasına alarak yeni bir safhaya geçer.

Bu aşamaya geçildiğinde geç olmuştur artık. O devlet, istediği her şeyi yapacak, ‘bin operasyon’ gerçekleştirecek kıvama gelmiştir. Devletin medyayı da arkasına alarak icra ettiği her tür silahlı operasyonun kutsandığı bir toplumdan geriye dönmenin ne kadar uzun sürdüğünü biliyor olmalıyız.

Dolayısıyla ‘terör’e, şiddete karşı çıkmak elbette bir ilkedir. Ancak bunu yaparken devletin hesap verebilir olmaktan çıkmasına giden yolu açıyorsanız, sadece şiddetin nereden geleceği konusunda bir tercihte bulunuyorsunuz demektir.