1977’den bugüne sinemada değişmeyen hikaye

1977’de basın emekçilerinin sansüre karşı İstanbul'dan Ankara'ya yürüyüşlerini anlatan "Yollara Düştük" belgeseli, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ardından İstanbul Film Festivali’nde de, yaşanan sansür krizi nedeniyle gösterilmedi. Belgeselin yönetmeni Deniz Yeşil, belgeselin ve sansürün hikayesini anlattı.

Türkiye'nin köklü film festivallerinden  İstanbul Festivali'nde Bakur filmine uygulanan sansür sebebiyle  büyük bir kriz yaşanıyor. Yönetmenler filmlerini festival programından çektiler, en son Ankara Film Festivali jürisi görevlerinden istifa ettiğini duyurdu. Sinemacılar sansüre karşı son yıllarda hiç görülmedik bir biçimde dayanışma içerisine girdiler. Festivalden filmini geri çeken yönetmenlerden biri de Deniz Yeşil. 1977 yılında sinema emekçilerin sansüre ve baskılara karşı İstanbul'dan Ankara'ya yürüyüşlerini anlattığı belgeseli "Yollara Düşktük"ü ironik bir biçimde hem Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden hem de İstanbul Film Festivali'nden yaşanan sansür  sebebiyle geri çekmek durumunda kalan Deniz Yeşil'le ‘Yollara Düştük'ün hikayesini, Türkiye'de belgeselci olmanın zorluklarını ve yaşanan sansür olaylarını konuştuk.

Deniz Yeşil

‘Belgesel aynı zamanda bir bayramın hikayesi’

'Yollara Düştük' ne anlatıyor, bize belgeselin oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?

Yollara Düştük belgeseli ile sinema emekçilerinin 1977’deki büyük Ankara yürüyüşünü anlattığımı sanıyordum ancak bugün sinema dünyasında yaşanan sorunlara, iki festivaldir patlayan sansür tartışmalarına ve buna karşı gelişen büyük sinema dayanışmasına bakınca bugünü bile anlatıyor olabilirim. 38 yıl önce set işçilerinden sinema yazarlarına ve yıldız oyunculara kadar 400’ü aşkın sinema emekçisi sorunlarını dile getirmek için İstanbul’dan Ankara’ya 3 günlük yürüyüş düzenlemişlerdi. Bu sinema tarihimizde bir ilkti. Sorunları neydi? Sosyal güvenceleri yoktu, bar ve pavyonlarla aynı yasa kapsamında değerlendiriliyorlardı, seks filmleri furyası başlatılmıştı ve sansür vardı. Sansür, seks filmleri bahane edilerek daha da ağırlaştırılmıştı. Yeni sansür yasası setlere polisin girişinin önünü açıyordu. Bu koşullarda film yapma imkanları kalmamıştı. Onlar da sinemadaki bütün bileşenleri bir araya getirerek Ankara yollarına düştüler. Bu eylemde ve sonrasında önemli kazanımları oldu. Örneğin sendika kurdular, sosyal güvence haklarının ön adımlarını attırdılar; bütün yapımcılar emekçilerle sözleşme yapmak zorunda kaldı, Kültür Bakanlığı bünyesinde ilk defa bir Sinema Dairesi kuruldu ve ne gariptir ki bugün kayıt tescil belgesi kılıflı sansür nedeniyle iptal edilen Uluslararası İstanbul Film Festivali de bu dayanışmanın bir ürünü olarak doğmuştu. En güzeli de sinema emekçileri ilk defa birbirine güvenip ortak bir mücadelede birleşmişti.

Yürüyüşün Taksim ayağında o dönem sinemanın en yaşlılarından olan Kamer baba (Sadıkyan) eline megafonu alıp bir dilekte bulunmuştu. Yola çıktıkları gün olan 5 Kasım’ın sinemamızın bayramı olmasını istemişti. Bu bir vasiyet gibiydi. Ardından megafonu alan Cüneyt Arkın bu öneriyi oylamaya açmış ve oy birliğiyle 5 Kasım sinema bayramı ilan edilmişti. ‘Yollara Düştük’ belgeseli aynı zamanda bir bayramın hikayesini anlatıyor. Ve maalesef 1980’de 12 Eylül askeri darbesi oldu ve kazanımların çoğu geri alındı.

Çekimler ne kadar sürdü, kurguyu tasarlarken nasıl bir yol haritası çizdiniz?

Çekimler 2 yıl kadar sürdü. Kendi imkanlarımla çekmek zorunda kaldım. Kültür Bakanlığı projemi desteklemedi. Başvurduğum diğer finansal kaynaklardan da destek alamadım. Bu nedenle üretim süreci yavaş ve çoğunlukla kamerayı tek başıma sırtlayarak geçti. Türkiye’de belgeselcilerin yaşadığı şeylerdir bunlar. Kurguyu tasarlarken çok kişiyle röportaj yapmalıyım diye düşündüm. Bunun birinci nedeni “Bütün Yeşilçam o yürüyüşteymiş” mesajını vermekti. İkincisi ise hikayeleri toplamaktı. Bugün size 10 yıl önce katıldığınız bir yürüyüşten ne hatırlıyorsunuz diye sorsam bana ne kadar şey anlatabilirsiniz? Doğal olarak onlar da az şey hatırlıyordu. Ben de filmi yürüyüş günlüğü olarak kurgulamak istiyordum. Bu nedenle çok isimle röportaj yaparak hikayeleri birleştirmeye karar verdim. Çalışmanın diğer ayağı da arşiv araştırmasıydı. Arşiv alışkanlığının çok az olduğu ve 12 Eylül’de olanların da ya toprağa gömüldüğü, ya yakıldığı ya da el konulduğu düşünülürse, geçmişe dair yapılan çalışmaların görsel malzeme anlamında çok kolay olmayacağını takdir edersiniz. Fakat ben bütün kanalları gerektiğince zorladım ve önemli görsellere ulaştım. Bu filmde 38 yıl sonra ilk defa gün yüzüne çıkacak hareketli görüntü ve fotoğraflarla buluşturuyoruz izleyiciyi. Belgeselde ışık yönetmeni Erol Batıbeki, set amiri Semih Servidal, görüntü yönetmeni Kaya Ererez, senarist Safa Önal, yönetmen Memduh Ün, sinema yazarı Vecdi Sayar ve  Tarık Akan, Türkan Şoray, Hale Soygazi, Meral Orhonsay, Menderes Samancılar, Kadir İnanır, Tanju Gürsü gibi oyuncularla söyleşi gerçekleştirdik.

Sansüre karşı yapılan bir yürüyüşü anlattığınız belgeseli ironik bir biçimde sansür tartışmaları sebebiyle hem Altın Portakal'dan hem de İstanbul Film Festivali'nden çekmek durumunda kaldınız. Bize hem Altın Portakal'da hem de İstanbul Festivali'nde yaşananlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Filmim ilk olarak Antalya Uluslararası Film Festivali’ne finalist olarak seçildi, orada bir Gezi belgeseline sansür uygulanmıştı. Bu belgesel ön jürinin seçilen filmler listesinde yer almasına rağmen festival yönetimi tarafından listeden çıkarılmış, ön jüri bunu büyük bir sorumluluk örneği gösterip bir basın duyurusuyla paylaşınca ortalık karışmıştı. Antalya’daki festival yönetiminde hala çok saygın olduklarını düşündüğüm sinema insanları vardı. Fakat bu tartışmaları iyi yönetemediler. Filmin yönetmeni Reyan Tuvi de üzerindeki büyük baskı nedeniyle farklı kararlar almak zorunda kaldı. Finalist olan 15 filmden 13’ü filmlerini festivalden çekme kararı aldı. Biz şuna inanıyorduk: Bir filmin hiçbir parçasına müdahale edilemez ve bu bir sansürdür. Film bir bütün olarak festivalde yer almadığı sürece bu uygulama yarın başka bir nedenle yeniden karşımıza çıkabilirdi. Festivalin de zarar görmesini istemiyorduk ancak festival yönetimi ‘her şeyi ben bilirim’ tavrını soğukkanlılıkla sürdürünce bize filmlerimizi çekmekten başka bir yol görünmüyordu.

‘Yollara Düştük’ filmim de ilk yolunda yollardan çekilmek durumunda kaldı. Sonra ikinci olarak  İstanbul Uluslararası Film Festivali filmimi yarışma kısmına aldı. Ancak burada da ‘Kayıt Tescil Belgesi’ adı altında yeni bir sansür mekanizmasıyla karşılaştık. Festival yönetiminin açıklamasına göre Kültür Bakanlığı son dakika müdahalesiyle filmlerden bu belgeyi istemişti. Temel sorun ‘Bakur’ filminin gösterilmek istenmemesiydi. Festival yönetimi burada net durup gösterime almaya uygun bulduğu ve ilan ettiği filmlerin arkasında durmalıydı. Bunun bedelini hep beraber ödemek festivale daha az zarar verirdi diye düşünüyorum. Biz festivallerde “Kayıt Tescil ve Eser İşletme Belgeleri”nin istenmesine karşı çıkıyoruz. Çünkü Kültür Bakanlığı bu belgeyi kendi cetvellerince sakıncalı bulduğu filmlere vermeyebilir ve festivaller sadece hükümetin onayladığı filmlere açık olur. Böyle bir tabloda ne özgür bir sanat üretiminden, ne ifade özgürlüğünden  bahsedebilirsiniz. Bu açık bir sansür uygulamasıdır. Kabul etmemiz mümkün değildir. Belgesi olan arkadaşlar da festivallere belgelerini ibraz etmeme kararı aldılar. Umut ediyoruz ki Kültür Bakanlığı bütün sinemanın ortak talebini dikkate alır ve festivallerin yapılamadığı bir ülke haline gelmez Türkiye.  

'Yollara Düştük'ün akıbeti ne olacak, seyirciyle ne zaman buluşacak?

Yollara Düştük filmini Belgesel Sinemacılar Birliği’nin çağrısıyla bu Cumartesi akşamı 20:30’da Abbasağa Parkı'nda göstereceğiz ve ardından da sansür konulu bir forum yapacağız. Sansüre karşı tavır koyan herkesi Abbasağa’ya bekliyoruz. Ardından Mayıs ayında Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nde açılış filmi olarak gösterilecek ve yeni bir sorun çıkmazsa Londra Film Festivali’nde gösterilecek.

“Eser işletme belgesinin istenmemesi ilk adım olabilir”

Yakın tarihlerde yaşadığımız sansür olayları ile birlikte sinemaya dair mevcut yasalarda ne gibi değişikliklere gidilmesini talep ediyorsunuz?

Bir kere taslak halinde bekletilen Sinema Yasası’nın sinema meslek birlikleriyle beraber yeniden gözden geçirilerek yürürlüğe konulması gerekiyor. Sinemaya desteğin arttırılıp özgür üretim koşullarının sağlanması gerekiyor. Festivallerden eser işletme belgesinin istenmemesi hemen atılabilecek bir adım olabilir. Setlerde çalışma koşulları ve sosyal güvence gibi pek çok sorunun sinema örgütleriyle işbirliği içinde çözülmesi adımlarının atılması çok hayati olacaktır.

Bu tür sansür girişimlerinin panzehri ne olabilir sizce?

Panzehir bugün gösterdiğimiz birliktelikten başka bir şey değildir. Sinemanın bütün kesimleri bu gelişen iradenin etrafında buluşmalıdır. Amacımız bağcıyı dövmek değil sinemanın sorunlarını çözmek. Kimseyi düşmanlaştırmıyor, ötekileştirmiyoruz. Çok açık ve teknik şeyler söylüyoruz. Umarım bu iyi niyet ve kararlılık daha iyi filmler üretebilmek için bir başlangıç olur.

Etiketler

Sansür sinema


Yazar Hakkında