Edebiyatın vicdan aynası

Merkezine siyasetin değil, insanın oturtulduğu şiirler, anılar ,öyküler, anlatılar ve kurgulardan oluşan 'İçimizdeki Ermeni', soykırımın yüzüncü yıldönümünde siyasetçilerden konuşmalarına bir kez olsun kısa bir ara vermelerini rica edip, sözü bu kez edebiyatın gücüne ve vicdanına bırakmayı deniyor.

RAFİ ATAM

Ermeni halkının 1915 yılında yaşadığı soykırımın üzerinden tam 100 yıl geçti. Koca bir halkın sistematik bir devlet politikasıyla ana yurtlarından kopartılarak uzun bir ölüm yolculuğuna çıkartılmasının, sağ kalanların ise can havliyle dünyanın dört bir tarafına dağılmasının üzerinden tamı tamına bir asır geçti.

24 Nisan 1915’te İstanbul’da Ermeni aydınlarının tutuklanmasıyla başlayan süreç dikkatli incelendiğinde;  bir halkı sistemli bir şekilde yok etmek üzere kurgulanan plan, açıkça gözler önüne serilmektedir. Ermeni aydınlar üzerinden başlatılan bu tasarı, açık bir şekilde Ermeni halkının kalemine,  şiirine, bilimine, kitabına, sanatına ve hayat damarlarına kast etmek değildir de nedir?

Öğretilmiş ezberler üzerinden

1915 yılında yaşanan büyük insanlık dramının, bu topraklar üzerinde hâlâ ortak bir adı yok.  Bugün, o tarihte yaşananlara kimi sorun, kimi tehcir, kimi sözde soykırım diyor kimi ise tarihçilere bırakalım demeyi tercih ediyor. Şüphe yok ki birçok insan hadiseye, kıpırdama riskini göze almadan durduğu yerden, savunduğu siyasi görüş ve ideolojiden ayrılmadan, öğretilmiş ezberler üzerinden bakmayı tercih ediyor.

Belirli bir kesim ise, bıkıp usanmadan, 1915 dramını sanki binlerce yıl önce yaşanmış, asla aydınlatılamayacak kadar eski ve bilinmez bir olaymış gibi lanse etmeye çalışıyor.  İşin acıklı tarafı ise bu insanların isimlerinin önünde ‘tarihçi’ sıfatının bulunmasıdır.

Okumanın, araştırmanın ve yüzleşmenin tehlikeli sularda gezmeye karşılık geldiği bu topraklarda, birçok insan kültür seviyesini televizyon kanallarında yapılan tartışma programlarını izlerken, uyuya kalarak artırdı. Ermeni kelimesini, önünde ‘sözde’ ardında ise ‘sorunu’ kelimeleri olmadan kullanmanın yağsız, tuzsuz pilava benzediği, insanlara yine bu televizyon kanallarından öğretildi.

Onlarca yıl tek taraflı devam eden bu yanlış propagandalar neticesinde Türkiye’de doğup büyüyen her Ermeni, sırtında bu büyük yükle yaşamak zorunda kalırken, adımını attığı her ortamda kendini önce Ermeni sonra insan kimliğiyle ifade etmek zorunda bırakılmanın yalnızlığını yaşadı içten içe. Bu bireysel yalnızlıklar ise zamanla toplumsal bir içe kapanmaya, kaçınılmaz bir şekilde kendi kabuğuna çekilerek yaşama isteğinin artmasına neden oldu.

Bir şeylerin yanlış gittiği bu sessiz ve iletişimden uzak sürecin, iki halkı her geçen gün birbirinden daha da uzaklaştırdığını söyleyen, sorunların çözümünün ve barışa giden yolun karşılıklı diyalogdan geçtiğini düşünen insanlar, doksanlı yılların başlarından itibaren İstanbullu Ermenilerin sessizliğine son vermeye karar verdiler. Önce hem Ermenice hem Türkçe kitaplar yayınlayan Aras Yayıncılık 1993’te kuruldu. Üç yıl sonra 1996’da ise Hrant Dink, çoğunluğu Türkçe sayfalardan oluşan Agos Gazetesini kurdu.

Atılan bu adımların ardından gerek söylemleri, gerekse insanların vicdanlarına dokunan konuşmalarıyla, Ermeni toplumunda Hrant Dink ismi daha fazla öne çıkmaya başladı. Onun cesur ve içten konuşmaları, tespitleri ve süregelen sorunun halkların diyaloğu ile çözüleceğini dile getirmesi, toplumun birçok kesiminde yankı uyandırdı. Hrant’ın insanüstü çabaları, Ermenilerin kendilerini daha açık ve Türkçe ifade etmelerine yardımcı olurken, Türklerin ise içlerinde yaşayan Ermeni’yi daha yakından tanımalarına olanak sağlayan bir kapı açtı. Sonuçta iki taraf da durumun kendilerine anlatıldığı kadar korkunç olmadığını, hatta iki halkın fazlasıyla birbirine benzer olduğunu keşfettiler.

Hrant Dink cesur ve dürüst duruşuyla içimizdeki Ermeni’yi dışarı çıkarmamıza, bu toplumda ‘biz de varız’ deme cesaretini göstermemize, canı pahasına da olsa önayak olmaktan çekinmedi. Bugün Türkiye toplumunun büyük bir kısmı için ‘Hrant Dink’ adı, vicdanın ve barışın yanında anılıyorsa, bu onun bıraktığı mirasın ne denli değerli olduğunun bir göstergesidir.

Hrant Dink anısına…

1915’in anılmaya hazırlanıldığı şu günlerde, Can Yayınları Hrant’ın bu topluma bıraktığı barış ve adalet mirası üzerine, ‘İçimizdeki Ermeni (1915-2015)’ adlı bir kitap yayınlayıp onun anısına ithaf ettiler.

Proje koordinatörlüğünü Yiğit Bener’in üstlendiği çalışma, Murathan Mungan, Selim İleri, Enis Batur, Ece Temelkuran, Ahmet Telli, Adalet Ağaoğlu, Murat Uyurkulak, Bejan Matur, Oya Baydar, Hakan Günday, Behçet Çelik, Irmak Zileli gibi Türk Edebiyatının önde gelen isimlerini aynı kapağın altında buluşturmayı başarmış. Merkezine siyasetin değil, insanın oturtulduğu şiirler, anılar ,öyküler, anlatılar ve kurgulardan oluşan  yapıt,  soykırımın yüzüncü yıldönümünde siyasetçilerden konuşmalarına bir kez olsun  kısa bir ara vermelerini rica edip, sözü bu kez edebiyatın gücüne ve vicdanına bırakmayı deniyor.

İçimizdeki Ermeni
Hazırlayan: Yiğit Bener
Can Yayınları
266 sayfa.