Ve Florence dinlenebilir simyayı yarattı: How Big, How Blue, How Beautiful

Doğru turuncuyu bulmak kadar, kırık bir kalbin hikayesini anlatmanın doğru yolunu, üslubunu ve makamını da bulmak önemliydi Florence için. İşte pop, rock, soul ve barok esintileri taşıyan albüm How Big, How Blue, How Beautiful böyle doğdu.

Florence + the Machine’in 2009 senesinde yayımlanan ilk albümü Lungs, 2010 Brit Ödülleri'nde "Yılın Albümü" ödülüyle taçlandırılmış, 2011'de yayımlanan ve “bir baş yapıt” desem kimsenin bana kızamayacağı ikinci stüdyo albümleri Ceremonials ise Grammy'e aday gösterilmişti. Bu süreç içerisinde Florence + the Machine okyanusları geçti, kıtaları aştı, Florence'ın saçları turuncusunu buldu ve adeta ayine dönüşen sahne performansına şahit olanlar bir kalplerinin olduğunu ve tam sol taraflarında o kalbin attığını hissetti.  

Henüz 21 yaşındayken starlaşmak, müzik listelerini alt üst eden iki albüme imza atmak ve turlar esnasında okyanusları aşmak aslında göründüğü kadar da kolay değil. Kilometrelerce yol katetmek, her kilometre başına kendinden bir parça bırakmak demek. Jack Kerouac söylediklerinde haklı. Sanırım hiç birimiz karşı çıkmaz onun söylediklerine: "Yolda özgürlük var. Yolda hayatın anlamı. Yolda aşk var ve bazen sadece seks. Yolda parasızlık, kargaşa, kalleşlik. Yolda bir arayış var, arayıp da bulamayış. Yolda sorular var ve çoğu cevapsız. Ve yolda çoğu zaman masmavi bir gökyüzü. Zümrüt yeşili çayırlar ve sonsuz bir kızıllık var." 

Nasıl büyük...

İşte o kızıllığın en güzel kadını, bir soru sorulacaksa en doğrusunu soran, bir acı çekilecekse en güzelini çeken ve bir kahkaha atılacaksa en büyüğünü atan Florence, Ceremonials turnesinin ardından annesinin kelebekleriyle meşhur Camberwell'deki evine gitmek istedi. Biraz dinlenmek, biraz da kendini dinlemek için. How Big, How Blue, How Beautiful işte tam bu sırada köklerini salmaya başladı. Florence henüz 28 yaşında olduğunu hatırladı, biraz dışarı çıktı, sarhoşluk kalbine vurdu, aşık oldu, aşık olduğu adamdan nefret etti ve sonra biraz daha içti. Çünkü yıllardır içerisinde nefes almaya çalıştığı hermetik balondan çıkmanın en temiz yolu buydu. Daha iyi bir yol da yoktu zaten. O daha iyi yolu bilen varsa ve Florence'a söylese Florence zaten dinlemeyecekti. Çünkü bir kadının saçlarının turuncu ve kırmızı arası gidip gelmesi bunu gerektirirdi. Florence'a göre bu bir mecburi inişti. Verdiği bir röportajda How Big, How Blue, How Beautiful'u şöyle anlatmıştı: "Kalemimi elime alıp yazmaya oturduğumda her daim fantazi ve metaforlar aleminden beslenmeme rağmen bu albümün daha çok gerçekle alıp veremediği var. Bu albümde büyüklüğün içerisindeki nezaketi yakalamak istedim. " 

Nasıl mavi...

How Big How Blue How Beautiful bir simya, bir sihir. Ceremonials'ın ölüme ve suya olan atıflarından çok daha başka bir yerden sesleniyor bu albüm dinleyenine. Florence'ı dinlerken her daim hissettiğimiz o kaçma arzusundan beslenme hali yeni albümde yerini bu kadar maviliğin içerisinde yaşamayı nasıl öğreneceğimize ve bu dünyada nasıl seveceğimizle ilgili yol arayışlarına bıraktı. Florence bu kaçma arzusundan uzak durmayı korkutucu, ama bir taraftan da yapılması gereken bir şey olarak açıklıyor. Ve sonuç: How Big How Blue How Beautiful 2014 yılının bir dökümü olarak beliriyor. 

Yapımcı koltuğunda ise daha önce Björk, Arcade Fire ve Coldplay gibi isimlerle çalışmış Markus Dravs oturuyor. Organik ve elektroniğin muhteşem uyumunu yakalayabilen, bundan önce Björk'ün şahsına münhasır albümü Homogenic'te de harikalar yaratan Markus Dravs'ın bu albüme katkısı yadsınabilecek gibi değil. Florence'in bu albümde nefesli çalgıların da işin içine girmesini istemesi ve trompetin ustası ismi Dravs'ın birlikteliğinin mucizesi aslında How Big How Blue How Beautiful.  Bu istek üzerine müzisyenleri bir araya toplayan ise Bristol'ün en güzel ağabeylerinden Goldfrapp'ın efsane ismi Will Gregory. Tabii Paul Epworth, Kid Harpoon ve John Hill'in katkılarını da unutmamak lazım.

Nasıl güzel...

Albümdeki parçaları “kalp kırıklarıyla bezenmiş sözler ve güftelerin muhteşem uyumu” gibi beylik cümleler kurarak açıklayamayız. Çünkü bu albüm " bir kalbin ay gibi tutulabilme" ihtimali üzerine kurulu. Depremlere gebe bir albüm HBHBHB: Büyük, Mavi ve Güzel. Belki de hiç bir zaman başlayamadığı için nereye gideceğini bilmediğin bir ilişkide son damlanın her şeyi mafetmesi ve o son damladan iki tarafından haberinin olmaması gibi. Suçlu yok, sorumlu yok. Ama kadın kızgın işte. Bu albüm bir kadının bir erkeğe meydan okuması, ziyadesiyle.

Kadınlar çok güzeller, meydan okuyunca daha güzeller. What Kind of Man de meydan okunulası bir adama yazılmış, bu senenin en iyi şarkılarından biri olmaya aday, albümün iki numaraları parçası.  Gözlerine baktığında her şeyi anlayabileceğin ama sana hiç birşeyi anlatmaya zahmet etmeden çekip giden bir adamdan bahsediyor Florence What Kind of Man’de. İnsafsız, ama tam da bu yüzden çok sevilen bir adam. Öyle bir adama ancak böyle bir şarkıya meydan okunabilir zaten. Ya da meydan okumaya niyet edilebilir. Behzat Ç.’nin de söylediği gibi, önemli olan niyet etmek en nihayetinde. Florence şöyle anlatıyor o adamı:

Fırtınalı bir tepedeydim

Kırık bir bacakla bir vadiyi aşmaya çalışıyordum

Sen diğer taraftaydın

Her zamanki gibi, hayatla ilgili ne yapacağını düşünüyordun

Sen diğer taraftaydın

Her zamanki gibi, asla karar veremezdin

 

Bazen yarı içeridesin ve sonra yarı dışarıdasın

Ama asla kapıyı kapatmazsın

Ne tür bir adam böyle sever

What Kind of Man ise Florence + the Machine'in naifliğinin bu derece kıralabileceğine şahit olabileceğimiz ilk ve tek parça. Videonun yönetmeni Vincent  Haycock, kareografi ise Ryan Heffington'a ait. 

Ve daha bir çok şey...

Annesi rönesans çalışmaları dalında çalışmalarını sürdüren bir profesör olan Florence'ın isminin başka bir şey olması galiba düşünülemezdi. Rönesansın o romantik ikliminde büyüyen Florence’ın rönesans sanatçılarının ilgilendiği sevgi ve ölüm, zaman ve acı, cennet ve cehennem gibi ikiliklerle ilgilenmesi de haliyle kaçınılmaz bir durum. Bu albüm yine alışık olduğumuz o ikiliklerin albümü, hem de en romantiğinden. 

HBHBHB kapağında bu kez sadece Florence yazdığını göreceksiniz. Çünkü artık makinenin ta kendisi Florence. İleride Florence + the Machine denildiğinde akılda kalacak parçalardan biri olmaya aday Ship to Wreck ise albümün kırmızı kurdelisini kesen parça. Ship to Wreck, bizlere kontraalto ses aralığıdan seslenmesine aşina olduğumuz Florence'ın sesini çok farklı bir çerçeveden işittiğimiz albümün hit olmaya aday parçalarından biri. Daha önce Shake It Out'a da imza atan Londralı Kid Harpoon tarafından yazılan bir parça. İyimser ve canlı indie-pop tınıları taşıyan parçanın videosunun çekimleri ise Florence’ın evinde yapıldı.

Albüme ismini veren parça How Big How Blue How Beautiful ise Florence'ın bu albüm için yazdığı ilk parça. Yukarıda bahsettiğim Florence’ın yolculuğun tüm yükünü attığı, içindeki yorgunluğu kustuğu ilk parça. Bu parçadan sonra Florence'a aşk nedir diye soranlar şu cevabı aldı: "How Big How Blue How Beautiful'un sonunda işitilen trompetler, işte onlar aşkın bana hissettirdiğinin aynısını hissettiriyor."

Queen of Peace, Caught ve Third Eye ise hem ritmi hem de sözleriyle albümün oldukça kuvvetli diğer üç parçası. Various Storm & Saints ve Long & Lost ise aynı anda hem üzgün hem huzurlu olabilen parçalarından. Sabahları bir kahveyle ayılanlar ve gün içinde melankoliyle ayakta durabilenler ne demek istediğimi anlayacaklar. Albümün bir diğer özelliği ise bazı parçalardaki tempo değişikleri. Özellikle albümden yayınlanan dördüncü single Delilah bunun en çok hissedildiği parçalardan biri. St. Jude ise tüm kaostan beslenenlere ancak yanında onları anlayacak kimsesi olmayanlara geliyor: “St. Jude, belki ben şu ana kadar kaosta kendimi daha rahat hissetmişimdir.” 

Simyayı bu albümüyle dinlenebilir kılan Florence, nam-ı değer Florence + the Machine bu yaz Bonnaroo, Roskilde, Lollapalooza, Sziget ve Governors Ball gibi gezegenin en nadide festivallerinde sahnede olacak. Eğer bir gün Florence Welch’i izleme şansı bulursanız, unutmayın, eğer bir Tanrı parçacığı var ise o da Florence'in gözlerinde. İyi bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız. 

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik


Yazar Hakkında