Bu paralel konusunu bir iyi öğrenmek için yakınım bir fizikçi var, ona danıştım. Anlattı. Gülen Cemaati, AKP falan. Yanlış bir uzmana danıştığımı anladım. Bir geometri profesörü arkadaşım var, ona gittim...
Benim bu akademik kariyer sahibi insanlara güvenim tam değil. Bir kere, her şeyi teorisiyle, gelmişi geçmişi ayrıntısıyla, tahin pekmeziyle anlatma meraklısı bunlar. AGOS’ta yazıyorum ya, bana gösteriş yapacaklar. Ayrıca, Avrupa ABD üniversitelerinde ders veriyor da olsalar, koca koca kitapları, yetiştirdikleri boyları kadar doçentler falan da olsa, belli ki çoğu o kadar makbul değil. Kırk-elli yıldır benim değer verdiğim ne kadar üniversite hocası varsa, doçenti, asistanı, profesörü, tutup tutup kollarından dışarı atmadılar mı? Demek o kadar da vazgeçilmez değillermiş. Zaten yüze yakın üniversite açıldı bu vazgeçilmezlerden vazgeçildikten sonra, kürsüleri boş mu kaldı? Asıl değerli hocalar sağdan soldan derlenip onların yerine getirilenler olmalı...
Neyse, bu konu netameli. İş buradan Anayasa profesörü muteber bakanlara kadar uzar ki, içinden çıkamayız.
Bu paralel konusunu iyisi mi ben kendim araştırayım dedim.
Paralel, anladığıma göre, ancak sonsuzda birleşen iki çizgi. Birbiriyle aynı aralıkta, biri ötekine asla yaklaşmadan, gideduruyorlar. Sonsuzda birleştiklerini de kim görmüş, bilmiyorum, ama kitap öyle yazıyor.
Paralel denince benim aklıma birkaç şey geliyor. Bir kere, sporda, salondaki aletli jimnastikte paralel var; hani üstüne zıplayarak, elleri kollarıyla tutunarak garip hareketler yaptıkları, yere paralel, yani yatay, yani ufki iki mertek.
Aklıma gelen ikincisi, tren yolu, raylar. Hani Abdullah Yüce
Uzayıp giden o tren yolları
Açılıp sarmayor yarin kolları
diye şarkı söyler ya, ordaki raylar. Öyle, birbirine değmeden, ufka doğru uzayıp giden iki çelik profil.
Aklıma gelen öteki paralel, New York’ta El Kaideci gençlerin iki uçağı çarptırarak binlerce insanı katlettikleri ikiz kuleler, göğe doğru uzanmış Dünya Ticaret Merkezi. Onlar da nitekim birbirlerine paralel göğe uzanırken yokedilip sonsuzda birleştiler.
Bir paralel daha var, yerküreyi enine dolanan. Enlem de diyoruz. Sıfır noktası Ekvator. Meridyen, yani boylam, zamanında bütün her şeyin hükme bağlandığı Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk’ta, güneş batmasa da ülkelerin, halkların batmasına Westminster koridorlarında karar verilen Britanya’da, Greenwich adlı bir kasabada başlayıp bitiyor. Sıfır noktası, dünyanın başladığı ve bittiği yer, Alfa ve Omega orasıdır, Greenwich. (Ben gittim Greenwich’e. Tümü uydurma. Çizgi mizgi yoktu.) Ama o başka hikaye. Biz paralele dönelim.
Aklıma gelen bu öteki paralel sanal, yani farazi, farzediliyor, varsayılıyor. Ekvator’u (ki o da sanal) Sıfır noktası olarak alıyor (demek o zamanlar Ekvator Britanya’dan geçmiyormuş); kuzeye güneye doğru eşit aralıklarla, birbirine değmeden yerküreyi enlemesine dolaşıyor. Boylamlar daire çizerek kutuplarda kesişiyor, lakin paraleller asla birleşmiyor, kesişmiyor.
Bu kadar derin bilim yeter. Şimdi gelelim şu paralel yapı meselesine...
Şu sıralar, aslında epey bir zamandır, hep bir paralel, paralel lafı gelip gittiğine göre, bu öğrendiklerimden başka bir şey söz konusu olmalı, diyerek, çar naçar, o baştaki fizikçi arkadaşımın anlattıklarına döndüm.
Eski zamanlarda, bu bizim AKP hükümeti hızır gibi gelip yetişmeden, fizikçi dostumun anlattığı gibi bir yapı vardı bu ülkede. Bir hükümet olurdu, bir de iktidar. Yani o yıllarda bir paralel yapıdan pekala söz edilebilirdi. Hükümet seçtiğimiz insanlardı. İktidar ise devlet dediğimiz bir aygıtın elindeydi, onun yönetimi de silahlı kuvvetlerimizin. Generallerimiz gidişatı beğenmeyince “Hop!” der, memleketi uçurumun kenarından alırlardı. Bu arada hainler içeri atılır, üçyüz-beşyüz bin insan zindanda-işkencede, yani ne gerekiyorsa, en hain olanlar asılır, ortalık sütliman olunca, ordumuz da Türkiye Demokrasisi’ne bağlı olduğundan, geri çekilir, yönetimi seçimle gelecek hükümete bırakırdı.
O günler, çok şükür, geride kaldı.
Şimdi bir bakalım.
13 yıldır Türkiye Demokrasisi tıkır tıkır işliyor. Seçimler yapılıyor. Halkın oyuyla hükümet belirleniyor, belediye başkanları, muhtarlar seçiliyor. Artık partiler de şıpınişi kapatılmıyor. Sorun yok. Paralel yapı diye bir şey de dolayısıyla mevcut değil. Eeee?
Fizikçi dostumun anlattıklarından öğreniyoruz ki, Gülen Cemaati (GC) olarak bilinen bir toplulukla AKP’yi kuran topluluk işbirliği-güçbirliği yapmışlar, yıllar yılı ülkeyi birlikte gül gibi yönetmişler. Sonra araları bozulmuş, kimbilir hangi fitneci ne yapmış, ayrışmışlar. Yani bir havuzdan çıkıp paralel hale gelmişler. (Eeee, hani paraleller ancak sonsuzda birleşiyordu? Görüyor musunuz fiziğin/geometrinin iflasını?) Hangi öküz nerde ölmüş, bu ortaklık nasıl bozulmuş, orasını bilmiyoruz.
Parlamenter demokrasilerde ‘erklerin ayrılığı’ (EA) diye tesmiye olunan bir ilke var. Bu erkler, Yasama-Yürütme-Yargı (3Y). Bunlar paralel yapılar. Birbirlerinin işine karışmadan, biri ötekinin tavuğuna ‘kışt’ demeden, paralel paralel yaşayıp gidecek, işlerine bakacaklar.
Halkın seçtiği Cumhurbaşkanımız bu ‘ayrılık’ sözünden hiç hoşlanmaz. Haklı da. İnsanın aklına Kürtlerin Türkiye’den ayrılmasından tutun AKP’nin iktidardan ayrılması, Başkan’ın Saray’dan ayrılması, yığınla kıyamet senaryosu geliyor. Allah korusun.
İşte bu nedenle bu paralellikleri ortadan kaldırmak, bu ayrılıklara son vermek gerekiyordu. Peki bu nasıl olacaktı? Cumhurbaşkanı o kadar karşı olduğu paralel yapıyı kendisi kurmayacağına göre, demek ki 3 ayrı cenahta işleyen bu paralellikleri ortadan kaldıracaktı. Zaten mekan müsait, çok şükür, işleri ehliyetle ifa edecek değerli yoldaşlar da mevcut. Bu ona halkın oylarıyla yüklenen ağır bir görev ve yükümlülüktü.
(Bu kez de paralel süregiden 3 paralel gelip tek çizgide birleşiyor: Alın size bir bilim iflası daha!)
Öğrendiklerimiz şunlar:
- Paralel yapılar aynı havuzdan çıkıp paralel hale gelebiliyor.
- Paralel yapılar birleşerek tek paralel hale gelebiliyor.
- Paralel yapılar gerektiğinde olabiliyor.
- Paralel yapı gerekmeyince olmayabiliyor.
Olan biten budur. Abartmayalım.