YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Seçim öncesi durum vaziyet..

Seçim öncesindeki son yazıda, en iyisi şu son haftada olup bitenlere şöyle bir bakmak. Evet, Türkiye’nin tarihi, aktörlerin siyaset yapma tarzı, devletin ve iktidarın konumu, bize şunu bir kez daha söyletiyor: Çok kritik bir seçimle daha karşı karşıyayız. Bir yandan bunu sürekli söylemek absürt geliyor, ama bir yandan da gerçekten öyle. 1 Kasım Seçimleri, mühim. Öncelikle, AKP’nin gerilim politikasıyla seçime gidip kaybettiği oyları geri alıp alamayacağı açısından. AKP’nin hedefi, yeniden kıl payıyla bile olsa, tek parti hükümetini kurmak. Bunun artık çok büyük başarı sayılacağı bir evreye girmiş durumda iktidar. Ve bunu sağlamak için HDP’ye medya ambargosu koymaktan gazete binası basmaya, köşe yazarı yumruklamaya kadar yapmadıkları (ya da bir yerinden bulaşmadıkları) şey kalmadı. Son olarak Cemaat’e yakın kanalları Digitürk ve Türksat platformundan çıkardılar, ama bununla da yetinmeyip Bugün ve Kanaltürk televizyonları ile bağlı gazetelerin bünyesinde bulunduğu Koza-İpek Grubu’na el koydular. Üstelik bunun (yani, Türksat uygulamasının) AKP’liler tarafından aylar önce planlanmış bir hamle olduğu da ortaya çıkan bazı görüntülerle anlaşıldı.

Bu, daha doğrusu bütün bunlar, AKP’nin kendini sıkışmış durumda hissettiğinin bir göstergesi bana kalırsa. Hukuki açıdan hayli tartışmalı akçalı işlere bulaşmak gibi bir yola dahi girmeleri, hayli düşündürücü. Beri yandan, AKP sanki bu seçimden de istediğini alamayacağını düşünüyor gibi bir manzara da sezilmiyor değil. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in, “Eğer sandıktan 7 Haziran sonuçlarına benzer bir sonuç çıkarsa, korkarım yeniden seçim konuşulmaya başlanacak” demesi, hayra alamet değil. Ne olacak acaba? AKP istediği sonucu alana kadar sürekli seçim mi yapacağız? İktidara bu kadar bağlı bir parti, gerçekten ürkütücü. Muhtemelen hükümeti bir parti ile paylaşma fikri, başta Erdoğan olmak üzere AKP siyasetine yön verenler tarafından “katlanılmaz” bulunuyor. Bu tutumun, eğer gerçekten koalisyon hükümeti çıkarsa, 1 Kasım sonrasında ciddi bir kriz yaratacağını söylemeye gerek yok. Fakat belli ki, tersi de AKP açısından büyük bir kriz; çünkü iktidar, artık sisteme tamamen el koymadan devam edemeyecek hale gelmiş durumda. 

Tablo bu olunca da üstü kapalı tehditler peşpeşe geliyor. Başbakan Davutoğlu’nun kaybedilen Kürt oylarını tekrar kazanmak için söyleyiverdiği “Biz gidersek, beyaz Toroslar geri gelir” açıklaması, hak ettiği gibi büyük tepki gördü ve çok tartışıldı. Davutoğlu, bu açıklamasını sonradan tevil etmeye çalıştıysa da mantık gayet açıktı. AKP, Kürtlere bir tür şantaj yapmaktaydı; belli ki ellerinde Kürtlere önerebilecekleri hiçbir şey kalmamış vaziyette. 

Bir başka şantaj olarak değerlendirebilecek çıkış da TBMM Başkanı (ki onun da en az Cumhurbaşkanı kadar tarafsız olması beklenir) İsmet Yılmaz’ın sözleri. Koalisyon dönemlerinde Türkiye’nin ekonomik olarak sıkıntı yaşadığını öne süren Yılmaz, “Eğer koalisyonlara bu ülkeyi muhtaç ederseniz, o zaman evlatlarınıza iş bulabilmek, zor olur. Engellimize bakabilmek, çok zor olur. Yoksulumuza kömür dağıtabilmek, çok zor olur. Yeşil kartlımıza ilacını vermek, çok zor olur. Evlatlarımıza yeni iş yeri açabilmek de çok zor olur” deyiverdi. Bu açıklamaların Sivas’ta yapıldığını hesaba katarsak, AKP’nin Anadolu’da hangi temeller üzerinden siyaset yaptığını da anlarız.

Beri yandan, AKP’nin girdiği bu türbülansla bağlantılı olarak utangaçça da olsa yeni bir kutbun filiz verdiğini söylemek, yanlış olmaz sanırım. Bülent Arınç’ın geçtiğimiz hafta söyledikleri de kayda değer: “Heyecanımı kaybettiğimi de söyleyebilirim. Birilerine olan sevgimi de biraz kaybetmiş olabilirim. (...) İnsanlar sevgiyle ayakta durabiliyorlar. Ama burada bir azalma, eksilme olmuşsa da kabahatin kimde olduğu önemli değil, beraber siyaset yapacağınız insanlarla aranıza buzdan duvarlar girmeye başlamışsa, ara vermenin tam zamanı demiş olabiliriz.”

Arınç, dengesiz çıkışlarıyla ilerisi için fikir verebilen bir aktör değil. Ve bundan önce de buna benzer çıkışları olmuş, devamını getirmemişti. Bu seferki biraz daha kesin bir kopuş gibi görünüyor. Arınç, aynı açıklamasında AKP’ye egemen olan “yeni yetme”leri de eleştirdi ve TRT ile ahbap kanallarda kendisine yer verilmediğinden şikâyet etti. Dolayısıyla, evet bu önemli bir kopuş gibi görünüyor; ancak, bunun siyasi olarak ne anlam ifade ettiği pek açık değil. Gül cephesinde de (yine) küçük kıpırdanmalar olduğunu ve Yeni Şafak’ın son “Başka Türkiye Yok” kampanyasının Erdoğan’a daha da bağlı olduğu izlenimi veren kanat tarafından sert biçimde eleştirildiğini hesaba katarsak, AKP cephesinin olası bir seçim başarısızlığında epeyce karışacağını söyleyebiliriz herhalde.

Bunlar siyasi cephede olanlar. İnsan hakları cephesine gelirsek, gidişat son derece sıkıntılı ve AKP’nin artık bu 90’lar havasıyla yaşamaktan hiç de şikâyetçi olmadığı apaçık görülüyor. Ankara Katliamı sonrasında basına yansıyan ihmal diyemeyeceğimiz göz yumma zinciri, Armutlu’daki bir polis operasyonunda Dilek Doğan adlı genç bir kızın polis kurşunuyla öldürülmesi ile yeni bir çıtaya geldi. Şunun gayet farkındayız; güvenlik güçlerinin silahlarından çıkan mermiler sistematik biçimde can alıyor ve bu artık rejim açısından olağan bir uygulama haline geldi.

Velhasıl, rejim, kendi kendini sürdüremez haldedir. 1 Kasım nasıl bir yol açacak, göreceğiz.