Yemeklerin, müziğin ve yok olan kültürün peşinde

Üç günlük ‘Geçmişin Pratiği: Günümüzde Somut Olmayan Kültürel Miras’ programından Agos izlenimleri.

MERİH ŞAMLI
merihcan@gmail.com

ZEYNEP OĞUZ
zeynepoguz19@gmail.com

MARAL DİNK
maraldink@agos.com.tr

JULİA KÜTNAROĞLU
juliakutnaroglu@hotmail.com

Hrant Dink Vakfı ve Agos’un bulunduğu Anarad Hığutyun Binası Havak Salonu’nda 3-5 Aralık tarihlerinde , ‘Anadolu’nun Çokkültürlü Mirasını Ortaya Çıkarmak ve Savunmak’ projesi kapsamında ‘Geçmişin Pratiği: Günümüzde Somut Olmayan Kültürel Miras’ başlıklı bir program düzenlendi. Somut olmayan kültürel miras kavramının tanımı ve izlerinin ele alındığı etkinlikler dizisi, birbirinden ilginç sunumlara ev sahipliği yaptı.

Kapsamlı program Arzu Öztürkmen’in ‘Kültürel Miras Üzerine Düşünceler’ ve Vahé Tachjian’ın günümüzün halen en yaygın pratiklerinden biri olan define avcılığı üzerine odaklaşan ‘Define Avcılığı: Osmanlı Ermenilerinin Hafıza Nesnelerinin Peşinde’ başlıklı açılış konuşmaları ile başladı. Moderatörlüğünü Melissa Bilal’in üstlendiği ‘Kültürel Miras ve Müzik’ başlıklı ilk oturumda  Haris Theodorelis-Rigas başlı başına bir kültür olan Rebetiko müziğini, ‘Rebetiko’nun İstanbul’da Yeniden Canlanma Sürecinde Süreklilik, Kopuş ve Zorluklar: Deneyimsel Bir Yaklaşım’ sunumuyla ele aldı. Ardından Karen Şarhon yine çok farklı coğrafyaları kapsayan Seferad müziğini ‘Türk-Sefarad Müziğinin Yolculuğu’ başlığıyla paylaştı. Oturumun son konuşmacısı Vahé Tachjian ise somut olmayan kültürel miras kavramını açarak söz konusu kültürün aktarımının farklı yörelerde hangi oranlarda aktarıldığını ‘Somut Olmayan Ermeni Kültürel Mirası Nasıl Yaşatılıyor?’ sorusu ekseninde inceledi.

Marş, bayrak, okul

4 Aralık Cuma günkü oturum ise ‘Kültürel Miras ve Yemek’ başlığını taşıyordu.  Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi sosyolog Zafer Yenal, söz konusu başlığı genel hatlarıyla açarken, son on yılda artan ve gittikçe tehlike hale gelen milliyetçiliğe vurgu yaptı ve gün geçtikçe sıradanlaşan ve kitleleri etkisi altına alan bu ırkçılık ile milliyetçiliğin aslında ne kadar basit pratikler ile tetiklendiğini gösterdi. Yenal; marş, bayrak ve okul ile aşılanan ideolojilerin günümüzde en etkin göründüğü yerleri müzik, folklor ve yemek olarak dile getirdi. Yenal, lezzetlerin  ulus devlet üzerinden öne sürülen sahiplenme sürecine ilişkin eksiklikleri de eleştirdi.

Panelin ikinci konuşmacısı eğitmen-şef ve Şalom gazetesi yazarı Sibel Cuniman Pinto ‘Kaşkarikas’tan Biskoçikos’a Ekşi-Tatlı Bir Sefarad Hikâyesi’ başlıklı sunumunda 1492’de Kastilya ve Leon Kraliçesi I. İsabella ile Aragon Kralı II. Ferdinand tarafından uygulamaya konan Elhamra Kararnamesi sonucunda İstanbul’a göç etmiş olan Seferad yani ‘İspanya’ anlamına gelen Yahudilerin Anadolu mutfağına katkılarından bahsetti. İzmir boyozu, sübye, patada fritada yani patatesli börekten ve gül böreğinden bahseden Pinto, Türkiye’de gitgide azalan Yahudi nüfusuna rağmen hâlâ yüzde 98 gibi bir oranda evlerde Seferad yemekleri yapıldığını aktardı.

Panelin son konuşmacısı olan Silva Özyerli ise  ‘Kayıp Lezzet Yolculuğu’ başlıklı konuşmasında Dikranagerd’de kaybolan Ermeni mutfağından bahsetti. Küçük yaşta terk ettiği Diyarbakır, Lice’den Kamp Armen’e uzanan hikâyesini anlatan Özyerli, eskiden buram buram çörek kokan sokakların bugün silah ve barut koktuğunu ifade ederek yok olan Ermeni varlığına vurgu yaptı.  Önümüze gelen her tabağın bir hikâyesi sözünü hatırlatan Silva Özyerli, hem Diyarbakır Ermeni mutfak kültürüne hem de daha genel anlamda bu lezzetlerin  Diyarbakır mutfağındaki yerine dair saptamalarda bulundu.

‘Bütün bu hatıralar, tamamlanmamış bir hayatı gösteriyor’

Panelin sonrasında eş zamanlı olarak iki de atölye düzenlendi. Bunlardan biri Ermeni kültürü ve gündelik yaşamının tarihine dair kapsamlı bir disiplinler arası belgeleme çalışması yürüten uluslararası kolektif Huşamadyan tarafından yürütülen ‘Huşamadyan Sözlü Tarih ve Belgeleme’ başlıklı çalışmaydı. Katılımcılardan, eski aile fotoğrafları, küçük ev eşyaları, elişleri gibi somut mirasa dair nesneler getirmeleri veya Osmanlı Ermenilerine ait şarkılar, sözlü gelenekler, yemek tarifleri gibi somut olmayan mirasa dair paylaşımlarda bulunmaları istendi. Bu paylaşımlar belgelenerek, katılımcılarla kısa sözlü tarih söyleşileri yapıldı.

Geçmişe dair her parça Vahé Tachjian tarafından değerlendirilip kayda alınırken, zaman zaman duygusal anların yaşandığı etkinlikte katılımcılar, geçmişlerinin birbiri ile olan benzerliğini görme fırsatı buldu. Ziyaretçiler arasında bulunan Silva Özyerli de etkinlikte annesinden ve kayınvalidesinden kalan kişisel eşyaları paylaştı. Geçmişe ait değerlerin kayda geçiriliyor olmasından mutluluk duyduğunu belirten Özyerli, içindeki burukluğu ise şu sözlerle dile getirdi:

“Bana kalan tüm bu eşyalar, kıymetini ben bilirim diye kaldı. Verdiklerini nasıl değerlendirdiğimi gördükleri için ‘Kızım bunları sen al, sen kıymetini bilirsin’ dendi. Şu an canım acıyor aslında. Bu da bir nevi tamamlamak ve tamamlanmak belki de. Çünkü hepsi yarım. Belki bez, tas, tarak ama hepsi tamamlanmamış bir hayatı gösteriyor. Yine de hepsi burada buluşmuş oldu. Bu yüzden bu değerlerin kayda geçiriliyor olmasından dolayı mutluyum.”

Bu etkinliğin insanlara bırakacak ne çok şeyleri olduğunu gösterdiğini ifade eden Özyerli, Anadolu’nun neleri yitirdiğinin bilinmiyor oluşuna da dikkat çekti. “Getirdiklerimin bir kısmını Diyarbakır Ermeni Kilisesi’nin içinde yapılacak müze için toplamıştım. İnsanların kendi geleceklerini hayal ederek attıkları ilmekler, emekler o derin kültürü de gösterir nitelikte. İsterim ki Türkiye’de böyle bir sergi açılsın, çünkü Anadolu’nun neleri yitirdiğini bilmiyorlar. Bunları ortaya çıkarmamız ve toplumumuz adına, hepimiz adına neleri kaybettiğimizi göstermemiz gerek.”

Diğer atölye çalışması kapsamında ise yine panel konuşmacılarından Silva Özyerli eşliğinde likör yapımı öğrenildi. Katılımcılar Özyerli’nin kendi derlemesi olan kahve likörü tarifini uygulayarak, bir yandan bu leziz içkinin yapımını öğrenme, diğer yandan da bir dönem Amed’inin mahalle kültürüne ve günlük yaşamına dair hikâyeler dinleme imkânı buldu.

Etkinlik kapsamında, aynı akşam 20:00’de Saro Usta ve Mihran Tomasyan ‘Sar’ adlı bir ses ve hareket performansı sergiledi. Performans sonrasında sanatçılarla izleyiciler arasındaki sohbette, ortak bellek ve kültür ile bunların güncel üretim ve hayallere etkileri üzerine konuşuldu. 

Kültür aynı zamanda mutfaktır

Kaşkarikas (Kabak Kabuğu Yemeği)

Malzemeler:

5 adet kabak, 1/2 çay bardağı sızma zeytinyağı, 1 kesme şeker, 1,5 limonun suyu, 8-10 adet ekşi yeşil erik

Tarif:

Kabaklar iyice yıkanır. Uçları alınır. Kabakların kabukları etli bir şekilde boyuna soyulur. 3 cm’lik parçalara bölünür. Bir tencereye yağ konur, limon suyu, şeker, tuz ilave edilir.

Kabaklar ve erikler tencereye konur, hafifçe karıştırılır. Yemeğe hiç su konmadığı için ocağın altı çok kısık açılır ve kabak kabukları yumuşayana kadar çok  kısık ateşte yavaş yavaş pişirilir. Yumuşayınca altı kapatılır. Soğuyunca servis tabağına alınır.

Biskoços de Raki (Anasonlu Bisküvi)

Malzemeler:

125 gr. Margarin, 3 kahve fincanı süt veya su, 3 kahve fincanı şeker, 3 kahve fincanı ayçiçek yağı, 1 paket kabartma tozu, 1,5 yemek kaşığı anason, bolca un

Üstü için

1 yumurta sarısı

Tarif:

Margarin kısık ateşte eritildikten sonra yağ, şeker, süt veya su, kabartma tozu ve ayıklanıp yıkanmış anason eklenir. Yumuşak bir hamur olana kadar un ilave edilir. Arzu edilen şekil verildikten sonra üstüne yumurta sarısı sürülür. Isıtılmış fırında pişirilir.

‘Sürgün edilmiş ilk nesil, yerel Ermeni mirasının tümden yok olmasını engellemek için yazdı’

‘Geçmişin Pratiği: Günümüzde Somut Olmayan Kültürel Miras’ başlıklı programda, Osmanlı Ermenilerinin Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki sosyal ve kültürel hayatını canlandırmak için yola çıkan Houshamadyan Derneği’nden Vahé Tachjian, Ermeni kültürel mirasının nasıl yaşatıldığına dair bir sunum yaptı. Tachjian’la, somut olmayan kültürel mirasın bölgeden bölgeye gösterdiği farklılıklar üzerine konuştuk.

Osmanlı Ermenilerinin somut olmayan kültürel miraslarının başında neler geliyor? 

Vahe Tachjian

Osmanlı İmparatorluğu çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı için, her bölgenin farklı somut olmayan kültürel mirasından bahsedebiliriz. Her bölgenin kendine özgü söyleyiş, masal, şarkı ve yemekleri var. Yozgat’ta yaşayan Ermenilerin söyleyiş ve müzikal özellikleri Adana ya da Van’da yaşayan Ermenilerin alışkanlıklarından farklı. O bölgelerden uzaklaştıktan sonra, ilk kuşak belli ölçüde somut olmayan kültürel mirası, değerleri koruyabilmiş, ancak bugün çok az iz görürüz. Söyleyişler, şarkılar, büyük ölçüde kitaplarda kalmış. O şarkıları kendi dillerinde seslendirenler artık yok. Şarkının sözleri olsa da, notalarını duyamazsın. Ancak izini sürebilirsin. Yemek alışkanlıkları da belli bir ölçüde korunmuş. Yaşadıkları yerden koparılan insanlar için başka bir ülkede aynı alışkanlıkları devam ettirmek zor. Yine de bazı istisnalar var. Musa Dağlılar, oradan göç edip farklı ülkelerde toplumsal hayat kurup, o mirası yaşatmayı başarmışlar.

Somut olmayan kültürel miras nasıl tanımlanıyor ve belgeleniyor? Houshamadyan Derneği olarak hangi kaynaklardan yararlanıyorsunuz?

Başlıca kaynaklardan biri sürgün edilmiş ilk neslin anılarını yazdığı günlükler ve notlar. Göçtükleri köylerde nasıl bir hayat sürdüklerini, nasıl komşuluk ilişkileri kurduklarını, alışkanlık ve geleneklerini anlattıkları bu anıların bir kısmı ‘Houshamadyan’ adı altında, 1920’lerden sonra Diaspora toplulukları tarafından kitaplaştırıldı. Osmanlı’da Ermenilerin hayatlarının izini sürmek için sözünü ettiğim yüzlerce kitabın yanı sıra, basılmamış, henüz ortaya çıkmamış çok fazla anı ve günlük var. Çalışmamızdan haberdar olan insanlar, arşivde ya da kendi evlerinde buldukları anı, günlük ve fotoğrafları bizimle paylaşıyor.

Hangi bölgede yaşayan Ermeniler kültürel değerleri büyük ölçüde nesilden nesile aktarmayı başarmış?

Henüz ulaşamadığımız bölgeler var, ancak bugüne kadar yaptığımız çalışma sonucu, Harput ve Palu’da yaşayan Ermenilerin yaşayışına ilişkin çok fazla bilgiye ulaşabildiğimizi söyleyebilirim. 1915’te en büyük kayıp veren yerlerin başında gelmesine rağmen, Harputlu Ermeniler geride sağlam kaynaklar bırakmış. Bunun nedeni, çoğunun 1915’ten önce bölgeden ayrılmış olmaları. Orada doğup büyümüş ve başka bir yere göç etmiş Ermeniler, köylerine dair anılarını yazmış. Ayrıca, 1890’lardan 1920’lere kadar, Harput’ta kalanlarla göç eden yakınları arasında mektuplaşmalar mevcut. Ailelerin sakladığı bu mektuplardan, bölgeyle ilgili bilgilerin yanı sıra Harputlu Ermenilerin aile hayatlarını da görebiliyorsun. Giligya’dan göç edip, Lübnan ve Suriye’ye yerleşmiş olan Ermeniler de kendi köylerini yazmış, şarkı ve söyleyişleri belli ölçüde yaşatmışlar. Öte yandan, örneğin Yozgat’la veya Konya’yla ilgili daha az hatıraya rastlıyoruz. Arapgir’i hep konuşuruz ancak Arapgirli Ermenilerin hayatından çok az belge gün ışığına çıkmıştır. Yine son dönemde, Sudan’da yaşayan Arapgirli bir Ermeni, bugüne kadar basılmamış yüzlerce fotoğrafı ortaya çıkararak Arapgirli Ermenilerin aile hayatı, okulları, kiliselerine ilişkin bu fotoğraflar yepyeni bir sayfa açtı önümüze.

Somut olmayan kültürel mirası korumak ve yaşatmak, artık başka ülkelerde yaşıyor olsak dahi, neden önemli?

Osmanlı Ermenilerinden kalan çok az şey biliyoruz. Sürgün edilmiş ilk nesil, kendilerinin son tanıklar olduklarını biliyorlardı. Yerel Ermeni mirasının tümden yok olmasını engellemek için yazdılar. Ekonomik zorluklara karşın, yazdıklarını yayımlamaya uğraştılar. O neslin, en büyük isteği, belki de vasiyeti, köylerindeki yaşantılarını, varlıklarını unutmamak ve canlandırmak. Bu mirası ortaya çıkarmak, Soykırım’ın nasıl büyük bir zenginliği yok ettiğini de gösteriyor. Hedef, Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı şehirlerde ve köylerde Ermeni hafızasını yeniden canlandırmak olmalı.

Kategoriler

Güncel Yaşam