AKP, gayrimüslimler, mehter

Ermenistanlı öğrencilere yönelik eğitim faaliyetlerinden ötürü Valilik görevlilerince uyarılan Gedikpaşa Protestan Kilisesi Pastörü Kirkor Ağabaloğlu, Orhan Kemal Cengiz'in Radikal’deki köşesine ilham kaynağı oldu. Cengiz bugünkü (21 Mayıs Pazartesi) yazısında AKP’nin azınlıklara yönelik politikasını değerlendiriyor.

(Orhan Kemal Cengiz – Radikal)

‘Hükümet gayrimüslimlere, yüzyıldır inkâr edilen haklarının bir kısmını vermeye başladı, ancak attığı bütün adımlarda hemen her zaman bir 'ama' oldu.

Türkiye'de devlet etme biçiminin ve zihniyet kalıplarının ne kadar değiştiğini anlamak istiyorsanız eğer, bunun en sağlıklı yollarından birisinin gayrimüslimlerin durumuna bakmak olduğunu düşünüyorum. Bu köşede daha önce yazmıştım.

Türkiye'de bütün Cumhuriyet dönemi boyunca gayrimüslimlere yönelik olarak bitmek bilmeyen bir 'fait accompli' stratejisi uygulandı. Yani, sürekli oldubittilerle Gayrimüslimler mülksüzleştirildi, canlarından bezdirildi ve göçertildiler. AKP hükümetinin iktadara gelmesiyle birlikte bu fait accompli stratejisi sona erdi ve benim 'ama haklan' adını verdiğim dönem başladı. Hükümet gayrimüslimlere, yüzyıldır inkâr edilen haklarının bir kısmını vermeye başladı, ancak attığı bütün adımlarda hemen her zaman bir 'ama' oldu.

Örneğin, ilk defa bu hükümet zamanında Gayrimüslimler tarihi ibadet yerlerini kullanabilmeye başladılar. Sümeleye manastırı, Ahtamar kilisesi ibadete açıldı. Ama sadece yılda bir gün için. Hükümet gayrimüslimlere ait ibadet yerlerinin bazılarının onarılmasına izin verdi, onarttı, ama bu yerleri onların tarihsel olarak mülk sahibi olan cemaatlere iade etmedi, onun yerine müze statüsü verdi bu mekânlara... İmar kanununu değiştirip, 'cami' yerine, 'ibadet yeri' ibaresini koydurdu ama bir kaç istisna dışında hiç bir kilisenin tüzel kişiliğini tanımadı.

Misyonerlerin ikide bir, hiç bir hukuki dayanak olmamasına rağmen gözaltına alınması uygulanmasına son verdi, ama el altından yolladığı yönetmeliklerle, içlerinde Türkiye'ye milyon dolarlık yatırım yapmış işadamlarının da bulunduğu yabancıların çalışma izinlerinin, basit polis fişlerine dayanarak 'misyonerlik nedeniyle' iptal edilmesine olanak sağladı. Ve bu şekilde pek çok yabancı uyruklu Hıristiyan ciddi bir şekilde mağdur edildi. Gayrimüslimler için bu iki adım ileri bir adım geri uygulaması bütün ülke sathında kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Her olumlu gelişmeyi gölgeleyen bir olumsuzluk illa ki de meydana geliyor.

Çok uzun yıllardan sonra İstanbul'da Rum kökenli vatandaşlarımızın Iho Tis Polis isimli radyoyu yayma başlattıklarını öğrenip seviniyoruz. Ama hemen ardından öğreniyoruz ki, Gökçeadada da bir vatandaşımızın arazi almak yönündeki girişimi sırf Rum kökenli olduğu için engelleniyor. Rum vatandaşımızın avukatı bu uygulamaya karşı açtığı davada ancak eşine Kafka romanlarında rastalanacak türden bir bürokratik kâbusun içinde buluyor kendisini...

Tam Süryaniler yavaş yavaş Midyat-Mardin bölgesine (Turabdin'e) dönmeye başladıkları sırada, Hazine yüzlerce yıldan beri Morgabriel manastırının elinde bulunan arazilere el koymak için davalar açıyor ve bunları ısrarla sürdürüyor. Malatya misyoner katliamından bir ders çıkartıldığını düşündüğümüz anda Malatya'da Ermeni vatandaşlarımızın kendi mezarlıklarında bin bir güçlükle yaptırdıkları binalar başlarına yıkılıyor. Bu yazıyı kaleme aldığım esnada internette bir haber gözüme çarpıyor ve Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Pastörü Kirkor Ağabaloğlu’nun İstanbul Valiliği tarafından sert bir şekilde uyarıldığını öğreniyorum.

Valilik, kilisenin alt tarafında Ermenistan'dan Türkiye'ye çalışmaya gelen ailelerin çocuklarına yönelik olarak düzenlenen eğitim faaliyetlerini durdurulmasını istemiş. Kilise yöneticileri Valilikten gelen yetkililerin tutumlarının oldukça 'tehditkâr' olduğundan söz ediyorlar... Gayrimüslimlere ilişkin bu listeyi daha çok uzatabiliriz, Heybeliada Ruhban Okulu bir türlü açılmıyor; gayrimüslim vakıflarının bir taraftan malları iade ediliyor ama diğer taraftan, el konulan, 'mülhak' vakıflar iade edilmiyor vd vd.

Yani olumlu ve olumsuz hep yan yana ve atılan hiç bir adım 'geri dönülemez' nitelikte değil. Tıpkı Türkiye'de meydana gelen pek çok diğer gelişme gibi... Hükümet çıkıp Dersim katliamını kınıyor ama iş Ermenilere ve 1915'e gelince çok yakından tanıdığımız devlet politikalarına dönüveriyor. 19 Mayıs törenlerini banal bulduğu için ortadan kaldırıyor ama, tam sürat en az o kadar banal olan 29 Mayısı, 'İstanbul'un fethini' kutlamaya hazırlanıyor. Demokrasimiz, tıpkı fetih törenlerindeki 'mehteran' gibi ilerliyor: iki ileri bir geri, iki ileri bir geri…