LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Başkan babamızın sonbaharı

Evlerinizi yıkıyorlar 
Ayağa kalkın, ayağa kalkın, ayağa kalkın şimdi 
Evlerinizi yakıyorlar 
Korkutmak için kentlerdeki yoksul insanları

(17. yüzyıl, Kazıcılar Hareketi hakkında halk şiiri - İngiltere)

107 ile 232 arasında bir yaşta olan diktatör, ülkesinin iyiliğini en iyi düşünen kişiydi. Zaten aksini düşünmek bile istemezdi kimse. O Başkan Baba’ydı ve verdiği her karar yerindeydi. Uçurtma uçurmak gibi gereksiz işlerle uğraşılması yasaktı güzel ülkesinde. Ve onunla alay etmek kimsenin harcı değildi. Papağanlar alay ettiğinde, insan olmamaları umursanmadan, hak ettikleri şekilde cezalandırılırlardı.

Yukarıdaki satırlarda anlatılan adam, Gabriel Garcia Marquez’in 1975 yılında yarattığı bir hayali ülkenin, aslında hayali ama biraz dikkatli bakınca çok tanıdık lideridir. Halkının yarattığı bir lider, aslında tam anlamıyla bir diktatördür.

Epey tanıdık gelen bir diktatör. Unutmamak lazım, savaşsız diktatör olmaz.

Savaşlar ise biter, hatıraları kalır. Arkasından romanlar yazılır. En sıkıcı olanları, o savaşların nasıl başladığını anlatanlarıdır. Umarım biz hatırlarız neler olduğunu. Savaşlar biter, acıları kalır. Fotoğraflardaki gülen yüzler kalır. Okul heyecanı, aşk hevesi, ev özlemi kalır. Bir bomba patlar, bir kurşun değer, bütün dünya kararır.

Yine dünyamız karardı. Diyarbakır’da bir duvara yazmışlardı ya, “Kurdun dişine kan değdi” diye, aslında iktidarın dişine değdi o kan. Bizim ‘başkan babamız’, savaş çıkararak, insanları kışkırtarak oyunu artırabileceğini öğrendi. Savaş çığlıkları atıldıkça oyları yükselmeye başladı. Bir değişik totaliterlik yolunda her şeyi kaybederek ilerliyoruz.

Biz baharın gelmesini dört gözle bekleyenler, artık evinden çıkmak istemeyen adamlara dönüştük. Korkudan değil, keyifsizlikten. Sadece bombadan değil, nobranlıktan kaçıp evimize sığınıyoruz. Bakmaya doyamadığımız manzaralarımız, sokaklarımız artık acı veriyor. Herhalde insanlar böyle böyle soğuyarak terk edebiliyorlar memleketlerini.

Koca bir ülke tüm neşesini kaybediyor. Belki de o neşeyi hak etmediğimiz için kaybediyoruz. Kızılay’daki bomba haberini Yunanistan’dan arabayla dönmeye çalışırken aldım. İstanbul’dan Yunanistan’a, oradaki festivale katılmaya gidenlerle dolu 200 otobüsün arasında kaldığımdan, dönmek için epey çaba sarf etmem gerekti. Bizimle beraber sıra bekleyenler, yol kapmak isteyen bir tur operatörüne, kavga gürültüyle yol vermeyince çok sevindiler. İçlerinden biri “Yunan’a karşı bir zafer daha kazandık” diyerek bindi arabasına ve saatler sürecek yolculuğuna gururla devam etti, “Yunan’a” doğru. O festival bu topraklarda da kutlanırdı. Hem de aynı isimle... O yemekler, o şaraplar bu memlekette de vardı. Onları korumayı akıl edemeyenler, beceremeyenler, belki de bunu istemeyenler, bin bir iştahla, şimdi akın akın o mirasın sahiplerine koşuyorlar. Koşmalarında bir sıkıntı yok da, eğlenmeye giderken bile hırs ve öfkeyle hareket ediyor olmaları biraz düşündürücü.

Bu memleket artık benim memleketim olmaktan çıkıyor. İçinde yaşayanıyla bir şey paylaşmadığım, yolundan, sokağından, sokağının sesinden zevk almadığım bir yer haline geliyor. Etrafımdaki insanlardan bazılarının, patlama sonrasında Numune Hastanesi’nin önünden canlı yayın yapan muhabirin arkasında, ağzında kocaman bir gülümsemeyle kameraya el sallayan mutlu vatandaşlardan olması ihtimali, beni burayı sevmemi engelliyor artık.

Ama aslında bunların hepsi benim bahanem. Göz göre göre insanlar ölüyor, koca bir memleket, rayından çıkmış bir tren gibi meçhule doğru, olası bir felakete doğru ilerliyor ve ben bir şey yapamıyorum. Esas sorunum budur. Ölenler, Kızılay’da, Suruç’ta, Diyarbakır’da, aslında bizim ödemediğimiz bedeli ödüyorlar. Karşı çıkmadan, alışarak, her defasında daha az şaşırarak birilerinin ölümüne neden oluyoruz. Aslında içimizde kendi kendimizi, memleketimizi öldürüyoruz. Her ölenin kanı biraz da bizim elimize bulaşıyor.

Başkan Baba’nın bir ufak tanrı olarak sağlam bir iktidarı var ama iktidarı sağlayan aslında kendisi değil. Onu başkan yapan, onun yaptıklarına ses çıkarmayan, teslim olan, yaptıklarına birer bahane bulanlar. Başkan Baba’nın asıl yaratıcısı, halkının teslimiyetçiliğidir. Onun şiddetini yaratanlar, o şiddete razı olanlardır. Cinayeti cinayet olarak değil, bir savunma olarak görenler, ölümlerde pay sahibidir.