Spotlight - Bir yabancının hikâyesi

Spotlight’daki Mitchell Garabedian bir yabancı olmasına rağmen, yaşadığı şehri ve toplumunu, ‘daha yerli’ olanlardan çok daha fazla avunduğunu düşünüyor. Film gösterime çıktıktan sonra ‘Here & Now’a konuşan gerçek Mitchell Garabedian ise, “Bu şehirde bir yabancı olmak nasıl bir şey?” sorusuna, “Boston batan bir gemi olsa, o gemiyle birlikte yok olmaya hazırdım” cevabını veriyor.

2004 yılında çekilen Sideways filminde Jack (Thomas Haden Church) ve Miles (Paul Giamatti), Jack’ın evliliğinden bir hafta önce bekârlık gezisine çıkarlar. Jack’ın evleneceği kadının adı Christine Erganian’dır (Alysia Reiner). Ancak Jack bekârlık maceraları sırasında en çok Christine’in annesinden, Mrs. Erganian’dan (Shaké Toukhmanian) korkar. Sideways filmi, Los Angeles-Montebello’daki Ermeni Surp Haç Kilisesi’nde Jack’ın ve Christine’in evlilik ayini sahnesi ile biter.

Sideways Ermeniler hakkında bir film değil. Ne de Amerika’da Ermenilerin oynadığı rolün, ya da sundukları katkı hakkında. 2016 yılın En İyi Film dalında Oscar alan Spotlight’da öyle olacaktı, eğer Mitchell Garabedian (Stanley Tucci) gazetenin Yahudi editörünü kast ederek şu cümleyi söylemeseydi: “O geldiğinde herkes Kiliseyle ilgilenmeye başladı. Neden biliyor musun? Çünkü bunu ancak dışardan gelen birisi yapabilir. Tıpkı benim gibi. Ben Ermeni’yim. Boston’da kaç Ermeni tanıyorsun?..”

‘Hiçbiri bizden daha iyi olamaz’

Spotlight’daki Garabedian’ın hikâyesi gerçek. Garabedian yüzlerce çocuk istismarı mağdurunun savunmasını üstlenerek, Boston Başpiskoposluğu’na karşı avukatlık yapmış ve filmin konu aldığı 2001 yılında, Boston Globe gazetesinin Spotlight köşesi araştırmacı gazetecilerle işbirliği yaparak, adı geçen kilisenin rahiplerinin sistematik olarak çocukları taciz ettiği gerçeğinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuş. Tabii ki Spotlight da Ermeniler hakkında bir film değil ve her ne kadar Mitchell Garabedian’ın rolü tayin edici olsa da, film yine de Amerika hakkında. Katolik kilisesiyle, günlük gazetesiyle, Yahudi editörüyle, Ermeni avukatıyla, Portekizli araştırmacı gazetecisiyle bir Amerika filmi… Ancak bu durum da bu kadar basit değil, bunun da tartışması sürüyor film boyunca. Bir sahnede Boston Başpiskoposluk Bağışçılar Derneği Başkanı Pet Conley (Paul Guilfoyle), Spotlight’ın editörüne şöyle diyor: “Bu konuyu seninle tartışıyorum, çünkü Baron’un (gazetenin Yahudi editörü) fikri bu. Ve bunu sana söylemeliyim, yemin ederim doğruyu söylüyorum, kendisi bizim gibi bu şehri umursamıyor, nasıl umursayabilir ki?..” Bu sorunun cevabı birkaç dakika sonra yine Garabedian’dan geliyor: “Bu şehir, bu insanlar geri kalanlarımıza buraya ait olmadığımızı hissettiriyor. Ama hiçbiri bizden daha iyi olamaz. Bak, kendi çocuklarına nasıl davranıyorlar.”

Ne kadar yerelsin?

Bir yere ait olmak, o yerin yerli insanları gibi düşünmek, onlar kadar yerli olmak, diaspora araştırmaları bilim dalının en önemli sorunlardan birisi. Diaspora araştırmaları, makale ve kitapları; yeni gelenin eskiyle ilişkisi, yeni gelenin varılan yerle ilişkisi gibi konularla dolup taşmakta. Google’da basit bir ‘homeland-hostland’ araması yapmak bile bu konuda binlerce kaynak sağlayacaktır. Ermenilere gelince, bu çelişki en iyi Diaspora edebiyatı’nda gözükür. İstanbul Ermeni okullardan mezun olan, 1920-lerde Avrupa’ya, özellikle Fransa’ya giden neslin ürettiği literatürle başlar diaspora edebiyatı. 1928’de yayımlanan ‘Bir Aralığı Ele Geçirmek’ başlıklı şiir kitabında Nigoğos Sarafian, kitabın ilk şiiri ‘Tren’de, şöyle yazar¨“Ne güçlü, ne de hastadır/ İnsanlardan nefret eden ruhum,/ O yoksul bir gezgin,/ Başka bir şehirden/ Şehrin arasında,/ Sonsuza kadar bıraktığım/ Ve hâlâ belirsiz/ Gelecek arasında”. Diaspora edebiyatı 40’larda ve 50’lerde Halep’te; 60’lar ve 70’lerde Beyrut’ta; 80’lerden sonra da Amerika’da devam etti. Bu süre içerisinde yazılan roman, öykü ve şiirler birkaç genel çizgi etrafında döner; bunlardan en önemlisi de yerelle barışmak, yereli bulmak, yereldekilerle anlaşmak, onlara âşık olmak, yerelle baş başa kalmak, yerel tarafından  reddedilmek, yerelden daha fazla yerel olmak ve benzeri birçok durum ve dramdır.

Ermenilerin bu yerel olma-olmama hali, belki başka her yerden daha yoğun olarak  Lübnan’da siyasete de karışmış durumda. Ara sıra, ortaya çıkan siyasi koalisyon ve ittifaklarda Ermeni partileri ve özellikle büyük kesimleri temsil eden Taşnaktsutyun partisinin duruşunu eleştirmek için, Ermenilerin aslında yerel olmadıkları, büyük siyasete de karışmamaları gerektiği dillendirilir. Buna cevaben Ermeniler de Lübnanlılardan daha Lübnanlı olduklarını söyler, mesela 1975-1990 iç savaşında savaşmadıklarını hatırlatarak “Kardeş kardeşi keserken biz barışı korumaya çalıştık” der.

Spotlight’daki Garabedian da kendisi hakkında böyle düşünüyor; bir yabancı olmasına rağmen, yaşadığı şehri ve toplumunu, ‘daha yerli’ olanlardan çok daha fazla avunduğunu düşünüyor. Film gösterime çıktıktan sonra ‘Here & Now’a konuşan gerçek Mitchell Garabedian ise, “Bu şehirde bir yabancı olmak nasıl bir şey?” sorusuna, “Boston batan bir gemi olsa, o gemiyle birlikte yok olmaya hazırdım” cevabını veriyor.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında

Vahakn Keşişyan