Murat Bardakçı ve Ermeni soykırımı

Murat Bardakçı’nın 1915 ile ilgili bulunduğu konum nevi şahsına münhasır. Bardakçı pek çok yazısında Ermenilere uygulanan şiddeti hiç saklamadan açıkça yazdı. Buna rağmen, yaşananların arkasında Ermenileri yok etmek gibi bir gaye olmadığını savunarak, tehcir kararını meşru müdafaa olarak nitelendiriyor.

Bu yazının amacı kişileri karalamak değil. Murat Bardakçı, kuşkusuz Türkiye tarihiyle ilgili yayınladığı çalışmalarla mesleği tarihçilik olan birçok kişiden çok daha fazla katkı sağlamış bir isim. Amacım kendisini ve kariyerini yermekten ziyade (ki buna haddim olmadığına inanıyorum) bir durum tespiti yapmak. Aslında bir yandan da bu ismin, medyadaki kalemlerin ne kadar rahatlıkla bir grubun kimliğine saldırabildiğine ve hatta acılarını bilinçli bir şekilde önemsizleştirebildiğine bir örnek teşkil etmesi bakımından ilgi çekici olabileceğini düşünüyorum. “Ermeni Soykırımı” (kimisine göre iddiaları) iki kelimeye sığdırdığımız ama esasında içinde binbir çeşit acı ve keder içeren hadiselerin yaşandığı bir süreç... Bir Türk için belki duymak istemediği, ısrarla reddettiği ve kulaklarını tıkadığı olaylar… Yani bir Türk -Türkiye’de kaldığı müddetçe- 1915 olmadan pekala yaşayabilir. Fakat bir Ermeni için 1915 kimliğinin bir parçası. Belki her gün yüzleştiği, her gün bir anlığına bile olsa anımsadığı. Belki Türklerin empati yapmakta zorlanması biraz da bu yüzden. Acaba bir Ermeni için ne hissettiriyor soykırım?

Ermeniler için 1915, Türkler için 1915

Seneler evvel Holokost’ta öldürülen Yahudi ailelerini soyadı girerek tarayabildiğiniz bir internet sayfasına rastlamıştım. Aklıma gelen farklı soyadlarını arama bölümüne girerek o ailelerden kaç kişinin, hangi toplama kampında öldürüldüğünü tek tek içim acıyarak okumuştum. Düşünün ki, aslında kağıt üzerinde bir isimden ibaretmiş gibi duran onca insanın aslında her biri bambaşka birer dünya… 

1915 ise aynı kin ve nefretin bir başka tezahürü. Bir Yahudi nasıl ki kendisini Holokost yarası olmadan tanımlamakta zorlanırsa, Ermeniler için de 1915 böyle. Bir Türk ise hiçbir zaman hatırlamasa da yaşar gider, nasılsa ülkede çoğunluktur ve devletle derdi olmaz. Murat Bardakçı’nın devletçi refleksini ve soykırım konusundaki ısrarlı inkarını biraz da buna bağlamak gerekiyor. Yoksa 27 Ağustos 2012’de Türkiye’de bir nefret suçları yasasının çıkarılması gerektiğine destek verdiği halde, 1915’in soykırım olduğunu veya Ermenilerin devletin bilerek aldığı bir kararla ölüme gönderildiklerini kabul etmemekte direnmesinin başka bir izahı olamaz.

İşte bu yüzden 2012’nin Ekim’inde Hollande’ın 17 Ekim 1961’de Paris’te Cezayirlilerin katledilmesi olayından dolayı özür dilemesinden endişe duyar. Çünkü “işin ucu bize de dokunabilir”. “Madem soykırım yapmadık niye endişeleniyoruz acaba?” diye sormazlar mı insana? 

Bardakçı 24 Nisan’da pek çok masum Ermeni’nin bir şiddet sarmalının kucağına düştüğünün de farkında. Yazılarında defalarca bunları ifade etti. Ama sürekli alınan kararın devletin nefsi müdafaasından kaynaklandığını vurguluyor. Bardakçı açısından devlet ne yapmışsa yapmıştır, ölen Ermeni ölmüştür, zarara uğrayan uğramıştır, kalan sağlar bizimdir, elimizi yıkar çekiliriz bir kenara.


24 Nisan’ı umursamamak

Murat Bardakçı’nın aslında 1915 ile ilgili bulunduğu konum/ çok nevi şahsına münhasır. Çünkü Bardakçı pek çok yazısında Ermenilere uygulanan şiddeti hiç saklamadan açıkça yazdı. Buna rağmen, yaşananların arkasında Ermenileri yok etmek gibi bir gaye olmadığını savunarak, tehcir kararını meşru müdafaa olarak nitelendiriyor. Örneğin 13 Nisan 2016 tarihli “24 Nisan’ı Umursamamak” başlıklı yazısında şunları yazdı: “Hep yazmış ve söylemişimdir: Türkiye’nin 1915 hadiseleri konusunda endişelenmesi, telâşlanması, utanması ve hattâ savunmaya kalkışmasına hiç mi hiç gerek yoktur! 1915’te olmaması gereken olayların yaşandığını, Ermeni toplumunun büyük felâketlere uğradığını, hattâ bazı bölgelerde maalesef oluk gibi kan aktığını reddetmek nasıl imkânsız ve saçma ise, bütün bu acıların bir soykırımın neticesi olduğunu iddia etmek de aynı şekilde saçmadır.”

Devlettir, ne yapsa haklıdır

Aslında Bardakçı 24 Nisan’da “Ermeni aydınlarının tutuklandığını ve değişik vilayetlerdeki kamplara gönderildiğini ve çoğunun maalesef geri dönemediklerini” de biliyor (19 Nisan 2015 tarihli “İşte tehcirin uygulanmasını ve Doğu’daki Ermenilerin sürülmesini başlatan mektup!” başlıklı yazısı). Pek çok masum Ermeni’nin bir şiddet sarmalının kucağına düştüğünün de farkında. Yazılarında defalarca bunları ifade etti. Ama sürekli olarak alınan kararın devletin nefsi müdafaasından kaynaklandığını vurguluyor (Taziye, 25 Nisan 2014). Yani Bardakçı açısından devlet ne yapmışsa yapmıştır, ölen Ermeni ölmüştür, zarara uğrayan uğramıştır, kalan sağlar bizimdir, elimizi yıkar çekiliriz bir kenara.

Ne tazminatı kardeşim!

Bardakçı’nın Ermenilerin yaşadığı acılara karşı takındığı umursamaz tavır, tazminat meselesi konusunda da su yüzüne çıkıyor. Annelerini, babalarını, akrabalarını, yurtlarını ve hatta akıllarını yitirmiş onca insanın tek derdinin para olduğu gibi bir yanılgı içinde (ki insanların ailelerinden kalan evleri ve malları da talep etmeleri en doğal hakları). “Yetti yahu! Kabul etseler ne olacak?” başlıklı yazısında okurlarını şöyle teselli ediyor: “Diyelim ki Başkan ‘soykırım’ ifadesini kullandı, Amerikan Kongresi, Avrupa Parlamentosu yahut Dünya Bilmemne Teşkilâtı 24 Nisan’ı ‘soykırım’ günü ilân etti... Ne olur biliyor musunuz? Hiçbir şey! Bütün bunların ardından toprak ve tazminat talepleri geleceğinin endişesindeyiz ama talep edenler ettikleri ile kalırlar, o kadar! Zira, soykırım yaptığı iddia edilen bir devletin soykırım kurbanı olduğunu söyleyenlere tazminat ödemesinin geçmişte bir örneği yoktur! ‘Almanya, Nazi döneminin kurbanı olan Yahudilere sonradan dünya kadar tazminat ödemişti’ diye ortaya atılan ve Türkiye’de de ciddi şekilde tartışılan iddiaların öyle aslı, esası yoktur.” Böylece okurlar olarak içimize su serpilmiş oluyor. Demek ki Ermeniler mal talep edemezler. O halde soykırım olsa n’olur, olmasa n’olur!

Soykırımı kabul eden Türklere fırça

Bardakçı’nın öfkesinden asıl nasibini alanlar soykırımı savunan Ermenilerden ziyade Türkler. “Yerli malı soykırım cazgırları” diyerek adlandırdığı bu insanlar, hayatlarını Cihangir ile Taksim arasında geçiren bar müdavimleridir. Ayrıca konuya dair bilgi sahibi değildirler ve “hemen her vesile ile ‘Katil bir milletiz! Ermeni’yi de, Rum’u da, Arap’ı da, Hintli’yi de, Pigmeler’i de, Marslılar’ı da kestik’ deyip neredeyse başkaları için, meselâ Fransa adına Cezayir’den bile özür dilemeye hazır”dırlar. Elbette Bardakçı’nın bahsettiği bu grubun fikirlerini benimsemesi gerekmiyor ama bu insanları basın yoluyla tahkir etmesi oldukça sorunlu. “1915 ve Almanlar” başlıklı yazısında Ermenilere soykırım yapıldığını savunanları “Vatandaşı oldukları memlekete karşı böylesine nefret hissedenler” olarak nitelendirmesi ise büyük talihsizlik. Soykırımı reddetmeyi hak olarak görenler, kabul etmeyi neden hak olarak görmezler?

Kan kardeşliği: Kürtler ve Türkler

Murat Bardakçı’nın yazılarındaki enteresan bir diğer nokta da, aba altından sopa göstermenin çok açık bir örneği olan Kürtlerin 1915’teki dahline dair yazdıkları. 28 Kasım 2014 tarihli “Tuncel’in yasa teklifi ve Doğu’daki Ermeni malları” yazısında HDP İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel’in Ermeni soykırımının kabul edilmesini ve bu çerçevede maddi ve manevi tazminat düzenlemeleri yapılmasını öneren kanun teklifine değinen Bardakçı, “emvâl-i metrûke”yi yani Ermeniler’den kalan malları hatırlatıyor. Hatip Dicle’nin 2013 Mayıs’ında El-Cezire’ye verdiği bir röportajda “1915 Ermeni soykırımında bazı Kürtlerin, devletle bazı katliamlarda rol aldıklarını ve giden Ermenilerin mal ve mülklerine el koyduklarını büyüklerimizden dinledik” şeklindeki ifadelerini tekrarlar. Yazısını şu sözlerle bitirir: “Soykırımı, özürü, tazminatı ve Ermeni mallarını gündeme resmen getirecek isek, meselenin bu tarafını da artık açıkça konuşmaya mecburuz!” Bu, başka bir deyişle, “Eğer Türkler ipe gidecekse, tek başına gitmez, Kürtleri de beraber götürürler” demenin kibarcası veya ortak suskunluğun ve inkarın iki halkın “çıkarına” olduğunu hatırlatmaktır.  

Almanya’da Haziran ayı başında 1915 ile ilgili alınan soykırım kararı ise “umursamaz” Murat Bardakçı’yı çileden çıkarmış. “Kafirler Tek Millettir” başlıklı yazısında Alman Meclisi önünde halay çeken Ermenilere Yunanların eşlik ettiğini söyleyip şöyle diyor: “Apostol ile Helen’in gönlü Agop ile Takuhi’yi bu mutlu günlerinde yalnız bırakmak istememiş ve Alman Federal Meclisi’nin kararını kutlamak için onlar da koşa koşa gelmişlerdi! Ekranda bu manzarayı görünce, ‘Kâfirler tek millettir!’ sözündeki hikmeti hatırladım...” diyerek öfke kusuyor. Acaba bu durum “kafirlerin hain birlikteliği”nden ziyade, devletin yanlış politikalarından yara almış eski tebaanın dert paydaşlığı olmasın sakın?


Talat Paşa okuluna giden Ermeniler

“Antranik Bulvarı ve Serop Paşa Lisesi” yazısı Bardakçı duyarsızlığının bir başka örneği olarak karşımıza çıkıyor. Fransa’daki Ermeni lobisinin önde gelen isimlerinden Alexis Govciyan 2013’te yaptığı açıklamada, Ankara'daki Talâtpaşa Bulvarı’na değinmiş ve “Düşünsenize, Avrupa'da herhangi bir şehrin göbeğinde Goebbels Meydanı olsa ya da Göring Bulvarı... Şakasını bile yapamazsınız" demiştir. Bardakçı, Govciyan’ın bu sözleriyle alay ediyor: “İsterseniz Türk devlet adamlarının isimlerini taşıyan okullara da Ermeni isyanlarındaki liderlerin isimlerini verelim, mesela Sebastatsi Murad İlkokulu yahut Serop Paşa lisesi olsun.” 1915’i soykırım olarak tanıyıp tanımamaktan bağımsız olarak, Talat Paşa’nın almış olduğu kararın Ermeni cemaati nezdinde açmış olduğu yaranın bir dışavurumu olarak ortaya konan son derece insani bir tepkiyi böyle alaya alabilmek çok şaşırtıcı. Talep Ermeni liderlerin isimlerinin okullara verilmesi değil. Talep Ermenilerin canını yakan ve Anadolu halklarının toplumsal beraberliğini yok eden böyle bir kararı alan insanların isimlerinin okullara, bulvarlara, caddelere verilmemesi. Örneğin Yunan bağımsızlık savaşı liderlerinden olan Theodoros Kolokotronis’in isminin Batı Trakya’daki bir Türk okuluna isim olarak verilmiş olduğunu düşünelim. Acaba ellerinde Türk kanı olan bir komitacının adının verildiği bir okulda çocuğunun okumasını isteyen bir Batı Trakyalı Türk bulunabilir mi?  

Devletine hizmet eden iyi Ermeniler de var

Tabii Bardakçı her Ermeni’ye de düşman değil. “Hani aralarından iyileri de çıkmaz değil.” Bu bağlamda, tarihi hep “Türklerin ve Müslümanların devleti” bakış açısıyla değerlendirdiği için makbul ve makbul olmayan Ermeniler ayrımı kendiliğinden doğuyor. “İstiklâl Marşı’nı orkestraya bir Ermeni vatandaşın uyarladığını bilir misiniz?” yazısı buna bir örnek. Yazıda 1875 İstanbul doğumlu Edgar Manas’ın İstiklal Marşı’nın ilk orkestra uyarlamasını yaptığından bahsediliyor. Bu bağlamda Manas, olumlu bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü devlet politikalarına uyumlu şekilde hareket etmiş, zinhar devlet karşıtı fikirlere tevessül etmemiş ve hatta milli marşı orkestraya uyarlamış. Bardakçı’nın bu yaklaşımından Ermenileri devlet karşısındaki tutumları üzerinden değerlendirdiği açıkça anlaşılıyor. 

“Kafirler tek millettir”

Almanya’da Haziran ayı başında 1915 ile ilgili alınan soykırım kararı ise “umursamaz” Murat Bardakçı’yı biraz çileden çıkarmışa benziyor. “Kafirler Tek Millettir” başlığını görünce doğrusu çok şaşırdım. Alman Meclisi önünde halay çeken Ermenilere Yunanların eşlik ettiğini yazan Bardakçı, “Apostol ile Helen’in gönlü Agop ile Takuhi’yi bu mutlu günlerinde yalnız bırakmak istememiş ve Alman Federal Meclisi’nin kararını kutlamak için onlar da koşa koşa gelmişlerdi! Ekranda bu manzarayı görünce, ‘Kâfirler tek millettir!’ sözündeki hikmeti hatırladım...” diyerek öfke kusuyor. Acaba bu durum “kafirlerin hain birlikteliği”nden ziyade, devletin yanlış politikalarından yara almış eski tebaanın dert paydaşlığı olmasın sakın?

Daha da vahim olan Bardakçı’nın bu fikrini Enfal suresi 73. ayete dayandırması. Böylece Hıristiyan düşmanlığı doğrudan meşrulaştırılmış oluyor. Yazının sonunda yine “soykırımı tanıyan Türklere” verip veriştirerek, bu “aidiyet hissinden nasibini almamış neslin” cehaletten dolayı böyle düşündüğünü öne sürüyor. Bu mantıkla bakarsak, bir Türk’ün kendi kimliğinden haberdar olması ve ona sahip çıkması, 1915 tehcir kararını Bardakçı gibi normal karşılamasını gerektiriyor. Yoksa hem cahilsin, hem kansız!           

Çoğunluğun fikirleri ve umursamazlık

Sonuç olarak, Murat Bardakçı, zaman zaman enteresan çıkışları ve tarih konusundaki derin bilgisiyle basınımızda önemli bir yer teşkil eden bir kalem. Ancak maalesef Ermeni soykırımıyla ilgili fikirleri çoğunluğun bir üyesi olarak en can yakıcı konularda bile umursamazca davranabilme özgürlüğü olduğunu gösteriyor. Üstelik gün gibi aşikar olan bir gerçeği örtmek çabasını bile göstermeksizin, devlet tarafından alınan bir kararı sadece devlet tarafından alınması nedeniyle savunma pozisyonunda duruyor. Elbette burada amaç soykırımın soykırım olduğunu kanıtlamak veya Bardakçı’yı ikna etmek değil. Üzülerek belirtmek gerekiyor ki, yazmış oldukları, ülkede binlerce yıldır bir arada yaşayan halkların birbirlerinin acılarına karşı ne kadar duyarsızlaşabileceklerinin bir örneği olarak karşımızda duruyor. Mesele 1915’in ne olup ne olmadığını Fransızlara, Amerikalılara, Almanlara kanıtlamak değil, Ermeniler, Türkler ve Kürtler olarak yaşanmış olan hadiselerde empati yapabilmeye çalışmak ve birbirimizin yaralarını kanatmak yerine iyileştirmek yönünde kalem oynatmamız. Çünkü ancak bu şekilde toplumsal barışın sağlanması mümkün.    



Yazar Hakkında